31 Ocak 2011 Pazartesi

Algıda seçicilik, biraz cesaret, biraz cehalet

Dikkat ediyorum  bazı kadınların çok garip bir şekilde yaşadığı ilişkileri daha doğrusu kendisine aşık olanlara yaşattıklarını övme biçimi var. Bunun adı özgüven midir, yoksa  cehalet midir, varın adını siz koyun.

Böyle bir girişe neden gerek duyduğumu şimdi anlayacaksınız. Bakıyorsun söylemlerine; Bana şöyle aşıktı, böyle taklalar atarak beni etkilemeye çalıştı, yok şöyle tutkuluydu, beni hediyelere boğardı. Olaya bakarsan her şeyi yaşayan kadın, her şekilde ilgi üzerinde, peki sonuç? Ya aldatıldı, ya terk edildi. Hayır, yaşadığın şeyleri abartarak anlatıyor olman ve bunun üzerine hala aynı biçimde davranıyor olman sana şu soruyu sordurmuyor mu? Bu işte bir yanlış var.
Evet bu işte bir yanlış var ama yanlış olan senin duruşun ve olayları algılama biçimin. Unutma bunca yaşayışa rağmen cehaletini yenemeyen sensin.
Ne yaşadın? Onlar ne yaşadı? Elde ne var? Cevaplarını verebiliyorsan ve o verdiğin cevaplar seni ve çevreni tatmin ediyorsa sorun yok. Ama tatmin etmeyen cevaplar çoğunlukta ve siz bunun farkında değilsiniz. Şapka orda isterseniz bir önünüze alın.

Keyifli bir 20 dakika için yerinizi alın, "Outsourced" başlıyor.

Global dünyanın etkilerini anlatan komik bir dizi. Kimi zaman gülüyorsunuz, kimi zaman düzeni eleştiriyorsunuz, kimi zaman törelere yuh diye tepki veriyorsunuz.


Dizinin konusu kısaca şöyle;  Amerika'da calıştığı firma, kendisini eğitim için başka yere gönderiyor ve döndüğünde şirketin işini Hindistan'daki bir çagrı merkezine outsource ettiğini öğreniyor. Ya işini bırakacak ya da  hindistan'a gidip call center gidip işin başına geçecek. Todd yılmayarak Hindistan'a gidiyor ve olaylar gelişiyor.

Ben Rappaport nam-ı diyar Todd Dempsy, Dizinin nötr elemanı ama birleştirici konumda. Komik, sevimli, heyecanlı, ailenin iş başaramaz çocuğu ve kendini arayan bireyi. Kansas City' den Hindistan'a giden ana karakter.

Pippa Black nam-ı diyar Tonya, Koala Airlines call center'ın  Avustralya'lı afet müdürü. Todd'un birlikte olduğu kadın aynı zamanda.

Diedrich Bader nam-ı diyar Charlie Davies,  All-American Hunter isimli şirketin yani  başka bir  Amerikalı call centerın müdürü. Amerikan komed dizi ve filmlerinde sıklıkla rastladığımız kaslı, iri yapılı silah sever ve şiddet yanlısı, her şeyi yapabileceğini iddia eden karakterlerden birisi. Tonya'ya aşık.

Rizwan Manji nam-ı diyar Rajiv Gidwani, Todd'un müdür yardımcısı ve dizinin en köylü kurnazı karakteri. Sürekli Todd'u işten kovdurarak onun yerine geçmeye çalışan planlar yapıyor. Bu adam için  Burhan Altıntop'un dizide yer alan ikizi desek yanılmış olmayız. 

Anisha Nagarajan nam-ı diyar  Madhuri, ,Dizinin utangaç, sessiz ve en kısık sesli konuşan ve çok tatlı gözlere sahip karakteri. Evet bir call center da ne konuştuğunu nerdeyse anlayamadığımız bir karakter. Bu işte çalışarak tüm ailesini geçindirdiğini sıklıkla dile getiriyor.

Sacha Dhawan nam-ı diyar Manmeet, Amerikan rüyasını iliklerine kadar yaşayan Todd'un kankası olan yakışıklı veler. Tek hayali ne diye sorusuna; kamyon şoförü olup her eyalette bir sevgilim olsun istiyorum yanıtı veriyor. Aynı zamanda dizinin abazan karakteri.

Parvesh Cheena nam-ı diyar Gupta, Dizinin en çenesi düşük karakteri. İnsanlar onun hikayelerini dinlememek için mümkün olduğunca kendisinden kaçıyorlar. 

Rebecca Hazlewood nam-ı diyar Asha, Todd'un aşık olduğu ancak kültürel olaylardan ötürü askıya almak zorunda kaldığı sevdicek. 

Karakterler böyle. Her bölüm farklı olaylar gelişiyor ve genelde arkası haftaya diye bir uzun konu üzerinde durulmuyor. Her hafta 20 dakikalık bir tebessüm için ekran başına geçmesi benden tavsiye olunur.



30 Ocak 2011 Pazar

AGH mealen Avrupa Gönüllü Hizmeti ya da gavurcası EVS (European Voluntary Service)


AGH Belediyeler, Sivil toplum kuruluşları, Yerel topluluklar, Üniversitler için yardımseverlik çalışmalarında bulunan bir organizasyonlarda yer almayı sağlayan bir programdır. Gönüllü olarak çalışanlara yiyecek, barınma, dil eğitimi, yerel ulaşım, sigorta, bireysel bakım, az miktarda cep harçlığı sağlayan ayrıca avrupa birliğine dahil ülkelerden gönüllünün seçtiği herhangi birinde ve projede yer alma imkanı sağlar. projeler, kısa dönem ( 3-24 hafta ) ya da uzun dönem( 6-12 ay ) olmaktadır. Bu organizasyonda 18-30 yaş arasındaki bütün gençler başvuruda bulunabilir. Projelere başvurmak için yaş aralağında olmanız ve belirtilen projeye katkı sağlayabileceğinizi iyi biçimde ifade etmeniz yeterli olmaktadır. Ülke ve proje seçimi  iki link bulunmakta:
http://ec.europa.eu/youth/program/sos/hei/hei_en.cfm
http://www.4evs.net/...ch.php/search_evs_projects.htm

Şimdi yukarıda işin resmi prosedürünü dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Normal şartlarda bu resmi yolların ilerlemesi için öncelikle AGH'ye katılmak isteyen kişi kendi gönderici kuruluşunda aktif gönüllü olması gerekiyor. Yani işin özü avrupa da bu işler gönüllü olarak hali hazırda çalışanları diğer ülkelerde de hem kültürel etkileşimde bulunsunlar hem de kişisel gelişimlerine katkı sağlansın diye programa dahil ediyorlar. Ülkemizde bu işler genelde ;" abi beleşe avrupa, karı kız bol, awww fransa" mantalitesiyle işliyor ve genelde elde patlıyor. Normalde aktif gönüllü olması gerekiyor demiştik ya işte aktif gönüllü bir proje bulur bu projeyi koordinatörüne sunar ve ev sahibi kuruluşla temasa geçilir sonrasında seçim için o gönüllünün özelliklerinden bahsedilir vs vs. Ülkemizde ise durum şu şekilde oluyor; AGH yapacak kişi projesini seçiyor sonrasında ev sahibi kuruluşla iletişime geçip kendini kabul ettiriyor sonra da gönderici kuruluş arıyor. Bazen ev sahibi kuruluşlar resmiyete bindirip; "bize sen değil gönderici kuruluşun başvursun" diye laf söyleyebiliyor.
o şöyle diyor bu böyle diyoru kenara bırakıp size altın değerinde ipuçları vereyim;
1. Sizi diğerlerinden ayıran ve o projede yer almanızın artıları anlatacak iyi bir motivasyon mektubu yazın ama dikkat edin 1 sayfayı geçmesin.
2. Sağlam bir gönderici kuruluş ayarlayın ki sonradan sorun yaşamayın. 
3. Gerçekten size katkı sağlayacak sizin de katkı sağlayabileceğiniz bir proje bulun. Bulduğunuz proje ile ilgili soru sormaktan çekinmeyin, çok nazik biçimde cevaplar alacaksınız emin olun.
4. Ev sahibi kuruluşun sağlam olmasına dikkat edin. Orada gönüllü olarak çalışın sonra siz projedeyken sorun çıktığında daha hızlı halledilmesini sağlamış olursunuz.

Kendimden yola çıkarak şunu diyebilirim 6 farklı projeden kabul aldım. Neyi istediğinize karar verin ve adımlayın.

Ev yapımı yoğurt

Ailecek 20 yılı aşkın süredir metropolde yaşıyor olmamıza rağmen hala köylü tarafımızı içimizde yaşatıyoruz. Kimileri buna doğal yeni adıyla organik beslenme diyorsa da ben köylü damarı demeye devam ediyorum. Evet aslına bakarsanız ne köylüyüm ne de şehirli arada sıkışan binlercesinden biriyim. Bir diğer açıdan bakacak olursak yapı olarak gelenekselci, düşünce olarak modern.

Bekaretin saçmalığından dem vurum öte yandan eski sevgiliyle arkadaş kalınamayacağını ya da sevgilinin eski sevgilisiyle görüşmesinin abuk olduğunu iddia edebiliyorum. Oha ne alaka bekaret ve eski sevgili demeyin. Bekaret gelenekselcilerin en büyük kalesi, eski sevgiliyle arkadaş kalmak da modernizmin günümüz surlarından farkı yok. hiç saçma saçma konuşuyor bu demeyin çünkü bunu ben demiyorum günümüzde birçok kadın ve erkek bu minvalde konuşuyor.

Aracı olmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Ama ne Musa'ya ne de İsa'ya yaranamadığınız gerçeğini de unutmamak lazım. Kendi iç çelişkileriniz, yaşadığınız ikili toplumun baskıları, arkadaşlar, sevgililer vs vs vs. İşin açıkçası ben hala işin içinden çıkabilmiş değilim.

Yoğurt hayatımın vazgeçilmezlerinden birisi. Peynir ile aram çocukluk döneminde yaşadığım tiksinti sonucu hep mesafeli oldu ama yoğurt hep baş tacıydı. Her yoğurdu yiyememiş olmamada da yine seçiciliğimden kaynaklı olmuştur. Hazır yoğurtlar hep bir kireç tabakası bıraktığından ötürü aram hiç iyi olmadı kendileriyle. Ya çiftlikte hazırlanan bidon bidon süzme yoğurtlardan yedim ya da annemin evde yaptığı ev yoğurtlarından.
Yoğurt demişken kaymağı es geçmek büyük terbiyesizliktir. Kaymak kahvaltı sofralarının bana göre açık ara birincisidir. Hiç bir şey olmasın bana kaymak yeter ama bu ayrı bir yazımın konusu diyip asıl konuya döneyim.

Ev yoğurdu yapmak aslına bakarsanız çok kolay. Mahallenize bir şekilde uğrayan sütçüden 3-5 litre süt alıp bu sütü fokurdatana kadar kaynatıp, sonrasında ölçüsüne göre içine; 1-2 kaşık yoğurt ekleyip, 1 günlük soğutmaya bırakmanızla süper bi tadı elde edebilirsiniz. Fotoğraflarını çektim ama bilgisayar ve hafıza kartın uyumsuzluğuyla tüm hepsi gitti. Haftaya yeniden yapacak olmamdan ötürü fotoğrafları haftaya eklemem sorun çıkartmayacak diye düşünüyorum.

Jasmine

 ilişkiler sahife 1

aslına bakarsanız böyle bir şeyi yazmayı pek düşünmüyordum ama yazacak bir şey bulamayınca en çok prim yapan yerden gireyim dedim.
sıkıştığım an başvuracağım ilk konu bu olacak bilesiniz. . tanışma kısımlarım ilginç olur, devamı hayretler içinde bırakır, bitişlerim ise hadi canım, dercesine süpriz etkisi yaratır.

fransızca'ya ezelden evvelden ilgim vardı ve bu ilgim bir sonbahar günü fransız kültür merkezine kayıt yaptırıp fiiliyata yelken açtım. daha ilk gün jasmine' in etkisi altında girdim ancak kendisi hoca olduğundan mütevellit bu ilgimi kendime saklamayı uygun gördüm. günler geçiyor ben fransızcamı ilerletiyorum falan derken jasmine kursa uğramaz oldu. merak ediyorum falan derken babasının öldüğünü öğrendim. ben bir şeyleri açıklamaya meyl etmişken böyle bir olayla karşılaşmış olmak hem üzücü hem de can sıkıcı. nasıl yaparım, ne ederim derken imdadıma facebook yetişti. zaten facebook çıktı çıkalı ulaşılmaz herkes ulaşılır oldu. nerden başlasam ,nasıl anlatsam diye kendi içimde düşünürken bildiğim konudan girip uzunca bir mesaj yazdım. içim içimi yiyor. cevap yazacak mı diye heyecanla bekliyorum ama beklentilerim malesef bir sonuç bulmadı. kurs haftanın 2 günü salı perşembe. ben mesajı cuma günü yazdım, salı günü nasıl gelecek, ben neyle karşılacağım, cevap gelecek mi diye haftasonunu salı gününe bağlayabildim. derse tam girecez sınıfın
kapısından kafasını uzattı ve beni dışarı çağırdı. içli bi hasiktirrrrr dedim ve kalbimin hızına yetişemeyen adımlarla yanına gittim.

-öncelikle merhaba. mesajını aldım ve bunun için teşekkür ederim. şu dönem olayların nasıl geliştiğini algılayamayacak kadar şaşkınım. ayrıca türkiye'de bu işler nasıl olur hiç bilmiyorum.(türkiye'de doğup büyümemiş meğersem)neyse kendine iyi bak.
+önemli değil sen de kendine iyi bak.(evet mal mal kalakaldım.)

ben deli gibi kıvrandım ama sonuçta öylece kalakaldım. gece öyle dolanırken facebook'tan mesaj yolladı ve beni yarın akşam kahve içmeye davet etti. dumurdan dumura atlıyorum. neyse buluştuk kahve içtik ve bu buluşmayı sonraki buluşmalar izledi en son el ele dolaşıyorduk. derken yılbaşı için yurt dışına ailesinin yanına gitti. bu süre içinde her gün mailleştik falan.

türkiye'ye döndüğünden bu yana komik bir birliktelik yaşıyorduk. gün içinde keyifle zaman geçiriyor, akşam kahve falan içiyoruz en son ben onu eve bırakıyorum derken gece tartışmaya başlıyoruz ve ayrılır gibi oluyoruz. ertesi gün yine yeniden canım cicim modundayız. 2-3 ay böyle devam etti en son bir gece yaşanılan tartışmada türkiye'de yaşayan erkekleri anlayamadığını bu nedenle bu ilişkinin bitmesi gerektiğini ifade etti. Bu ilişki ve diğer ilişkilerimin tümünde nasıl davrandığım anlatmayı borç bilirim;

şimdi insanlar kendilerini taşıdıktan sonra hayatlarına direkt müdahale etmek tamamen kendi isteğimiz doğrultusunda kişiyi şekillendirmiş oluruz. oysa ilişki başlamadan önce beğenilen kişi kendi ayakları üstünde duran ve bu duruşu sergilediği için ilgimizi çekendir. değişimler elbette olacaktır ancak direkt müdahaleler ileriki dönemlerde büyük sıkıntılara yol açacak akabinde ve detayında ayrılığı getirecektir. misal işi nedeniyle toplantılara katılan bir kadının her zaman yanında eşi veya sevgilisi yer almaz ki almamalıda. insanların davranışları değişkenlik gösterir, iş ve özel yaşantı kavramını ayıramamktan kaynaklı ortaya çıkan sorunlar kişilerin damga yemesine neden olmayı beraberinde getirdiğinden ve kadınların büyük çoğunluğunun birlikte olduğu erkekten himaye bekler ancak bu himaye belli bir daireyi geçtiği zaman kıskançlık daire geniş tutulduğunda ise genişlik olarak adlandırılır. ben şahsen 30 yaşını geçmiş kadına gece 3 ten sonra dışarı neden çıkıyorsun, kiminle çıkıyorsun, nerede olacaksınız diye sormam. bilsem bile çıktığını zırt pırt aramam. ha kendini bilen insan bir eğlence mekanına gidiyorsa o saatte birçok şeyi göze almıştır. ben mi ona bu saatten sonra gece hayatını anlatacağım. ha çıktı sorun yaşadı, üstüne gelip birde bunu bana anlatırsa hiç umrumda olmaz. hatta yolun açık olsun bile derim. kadınları bu yönden anlamak zordur. sıkı tutarsın kıskançsın boğuyorsun derler, gevşetirsin gavat.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Bloğun ilham kaynağı; "How Not to Live Your Life"

Son 3 yıldır uzun reklam aralarından ötürü doğru düzgün televizyon izlediğim söylenemez. Dizi, film ya da diğer izlenesi programları ya indiriyorum ya da sitelerden izliyorum. "How Not to Live Your Life" kendimce yeni keşfettiğim ama birçok insanın keyifle izlediğim dizilerden biri.

Dan Clark diye bir abi hem yazmış hem de oynuyor.

Ana karakterin ismi Don Danbury yirmili yaşlarını bitirmeye ramak kalan bir genç. Büyükannesi ölünce kendisine büyük bir ev kalıyor ancak evin kredi borcu var. Aklı fikri sexte ve lakabı dickhead.  Dizi içerisinde her bölüm muhakkak  "don'un x durumunda yapmaması gereken y şey" sayılırken insanın kahkahkalarına engel olması çok zor ve kendinizi hasiktir derken bulabilirsiniz.

Abby Jones; don'un aşık olduğu aynı zamanda kiracısı olan afet.

Edward "Eddie" Singh; Don'un büyükannesinin yardımcısı. Büyükanne ölünce evde yaşamaya devam ediyor.

Mrs. "Dot" Treacher aka Mrs. T , Gollum or Dobby ; Don'un komşusu gollum, jedi kılıklı teyze.

Samantha Parker; Don'un ev kiracısı sarışın afet.

Brian; Samantha'nın sevgilisi. Üniversite'de psikoloji hocası.

Jason; Don'un patronu. Her bölüm bir şekilde Don'u işten kovmaya çalışıyor ama 3. sezon 5. bölümde bunu neden beceremediğini açıkça anlatıyor.





bozulmasına ramak kalan ıspanak



Gecenin bi yarısı dolapta  bozulmaya ramak kalan
ıspanakları yapasım tuttu. ıspanakları normalde yıkamadan önce saplarını kesip atardım ancak bi gün teyzemin ıspanakların kökünden çorbasını yaptığını görünce denemeye karar verdim.

Ispanağın en meşakkatli tarafı yıkanması. Biraz ılık su ile eliniz donmadan yıkayabilirsiniz. hatta bu yıkama mevzusu ile bir şey paylaşayım; bi arkadaşım arçelik servisinde çalışıyor ve birden fazla müşterinin bulaşık makinesinde tıkanıklık yaşadığını bunun da nedeninin ıspanak yıkamasından kaynaklı tıkanıklıklar olduğunu 
paylaşmıştı. Evet evde olunca yeni yeni yollar buluyoruz. ama tavsiye etmiyorum yapmayın canım böyle şeyler. Ispanakları yıkadıktan sonra ayrı bir kapta sirkeli suda bir süre bekletmek iyi olur.


Öncelikle çorbanın yapımını anlatayım;
kökleri ince kıydıktan sonra, kıyılmış soğanları 2 yemek kaşığı zeytinyağında kavuruyoruz. Kavrulan soğanların üzerine kıymamızı boca edip bir süre daha kavuruyoruz. En son 1 tatlı kaşığı biber, bir yemek kaşığı domates salçasını da bu harca ekliyoruz. 5 dakika sonra ıspanaklarımızı bu harca katıp harcı kapatana ya da dilenilen ölçüde kaynar su ekleyip 20 dakika pişmesi için kısık ateşe bırakıyoruz. Eğer ki ekşi olmasını istiyorsak o zaman yarım çay bardak sımağı sıcak su ile ıslatıp süzdükten sonra suyunu ekleyebilirsiniz ya da 1 tatlı kaşığı nar ekşisi ile bu ekşiliği elde edebilirsiniz.

Yumurtalı ıspanak çok daha basit. tencereye 3 yemek kaşığı zeytinyağı ekleyip dilenirse soğan atılır (ben atmıyorum genelde ) sonrasında ıspanakları boca edip kapağını kapatıyoruz. Yaklaşık 10-15 dakika sonra iyice ezilen ıspanakların üstüne arzu edilen miktarda yumurta kırıp yumurtaların arzu edilen kıvamına göre pişmeye bırakıyoruz. Bu işlerin hepsi yıkama dahil 35 dakikayı bulmuyor ya da ben artık çok pratik biçimde yapıyorum. Bloğun adını boşuna ev erkeği koymadık.
sirkeli  sudan alıp duruladıktan sonra sapların ayrı bir kıyıpta biriktirip diğerlerini orta büyüklükte kıyıyoruz. çok küçük kıymayın zaten el kadar canı var.

büyük bir soğanı ince ince kıyıp kenarda hazır tutmak sonrası için büyük kolaylık.


ev salçası olmazsa olmaz. her yerden alınmıyor bu meret. ben genelde hatay' dan getirtiyorum.(çok aptal bi açıklama oldu.)

kıyma ve soğanı birlikte kavurmalı.
yumurtalı ıspanak
ekşili, kıymalı ıspanak

Kaçak çay

Tadını bilmeyenlerin hakkında rize çayından daha kötü diye yorum yapıyor. Türkiye çay üretiminde iyi bir konuma sahip olmasına rağmen kaliteli çayların diğer kaliteli ürünlerde olduğu gibi iç piyasaya değil dış piyasaya sürüldüğü gerçeğini bilmeyen ya da bilmek istemeyenlerin her daim yerli malı yurdun malı mantığıyla hareket ettiğini görmek zaten gayet normal. 
Kaçak çay içenler mecbur dahi kalsalar rize çayı içmezler ya da ben içmiyorum. Neden derseniz; bir kere rize çayının her daim var olan çiğ tadı ve kokusu insanı çaydan tiksindirecek derecede kendini gösterir. Kaçak çay diye tabir edilen; Istıkan , Mahmood , Ahmad tea vb markalar Seylan ve diğer ülkelerde üretilip Suriye, İran, Irak üzerinden yurda kaçak olarak sokulduğundan ve eskiden sadece kaçakçılar çarşısından satıldığından bu adla anılır olmuşlardır. Globalleşme, açık pazar ekonomisi ve sınırlardan bu ürünlerin eskiden olduğu gibi sınırlandırması artık olmadığından bakkal camlarında "kaçak çay bulunur" yazıları görmemiz gayet normal olmaktadır. 
Rize çayı içenler dendiği gibi kaçak çay içemezler çünkü tad yoğunluğu açısından rize çayına tur bindirir. Kaçak çayın tadına varmak isteyenler lipton ve kaçak çayı harmanlayarak bu taddan mahrum kalmayabilirler. Tadını bir kez alanlar artık bu bağımlılık neticesinde her nereye giderlerse gitsinler çaylarını beraberlerinde götürmektedirler (misal bizim aile). 
Akdenizin doğusu , güneydoğu ve doğu anadolu çoğunlukla bu çayı içer. Bu bölgelerde görev yapan memur, öğretmen, polis vb kişiler ilk önce direnirler ancak daha sonra bu muhteşem tadı aldıklarında bırakamaz olurlar. Ha dendiği gibi bazı kendini bilmezler, çayı boyayıp satmıyor mu? satıyor. Bu durumda her ailenin güvendiği bir tedarikçisi var ve sonuçta misler gibi çaylarını içiyorlar. Tanıtım yazısı gibi olmuş ama sonuçta böyle bişi.


Nerden çıktı şimdi bu?

Ev erkeği olmak sanırım en son istenecek olan sosyal sınıflardan biridir. Kış aylarında ben de bu sınıfın bir bireyi oluyor ve bunu bir şekilde ifade etmekte sorun yaşıyordum. Ekşi'de başlıklar arasında dolanırken "ev erkeği" başlığına denk geldim ve neden olmasın diye sıcağı sıcağına buraya koştum.

Uzun zamandır aklımda bir blog yazma fikri vardı ancak buna pek cesaret edemiyordum. Sonuçta sorumluluk istiyor ve ben tembellikle bu sorumluluğu pek yerine getirebilecek miyim, sorusunun cevabını hep birlikte zaman içinde göreceğiz.

Öyle pek eğlenceli bir adam olduğum düşüncesine kapılmazsanız sevinirim . Oldukça sinir bozucu olma yetim her daim mevcut bilesiniz. Canım istediğinde her şeyi süper yapabiliyorken, canım istemezse nefes almayı zul olarak görüyorum. başlangıcı uzun mu tutsam kısa mı hiç bilmiyorum ama nerde incelecekse ordan kopması yönünde bir görüşüm mevcut bilesiniz. şimdi bi çay alayım yanına da sigarayı unutmayayım.

İşin açıkcası içerik hakkında pek bir plan yapamadım ki dediğim gibi ani gelen fikrin bizi nereye götüreceğini hakkında bir öngörüm yok. Şimdi yazarken; gün içinde yaptıklarım, yemek, siyaset, dedikodu, iş-güç, gezi, aşk-meşk falan filan baya karman çorman olacak diye düşündüm .

Sonuçta bi blog furyası almış başını gitmiş, muhakkak benzeri oluşumlar vardır ya da olacaktır ancak ben ne zaman sıkılırım onu bilmiyorum. Siz ne düşünürsünüz onu da bilmiyorum. Zaman sanırım bize olayları tam anlamıyla şekillendirmemiz açısında oldukça yardımcı olacak kanaatindeyim.

Kendimden yani birey anlamında kim olduğumdan öte yaşadıklarımı anlatmayı planladığımı bilmenizi isterim ki zaten size ne benim kim olduğumdan değil mi? Belki ben de bi fenomen olur kitleleri arkamdan sürüklerim. Aslan burcu olduğum çok belli oluyor değil mi?

Haydi bakalım rastgele.