5 Şubat 2011 Cumartesi

Zamanında Sevilay Yükselir'e de sormuştum

Pek tabi yanıtsız bir sorumu daha olmuştu
Sayın YÜKSELİR;

07.11.2010 tarihli yazınızla birçok kimseden övgü dolu cümleler duymuşsunuzdur. Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti mensubu kadın eczacıyı sayenizde öğrenmiş olduk ve bu öğrenmeyle yaşadığımız aydınlanma hem bizim hem de Ağrı halkı için büyük bir umut ışığı oldu. Siz eğer kalkıp Türkiye’nin öbür ucuna gitmemiş olsaydınız biz bu bilgilerden mahrum kalacaktık. Ancak sanırım türkiye’in o uçlarına çok az gittiğinizden olsa gerek birçok kadın doktor, eczacı, öğretmen ve diğer meslek gruplarına mensup Kürt kadınlarıyla karşılaşmamışsınızdır. Eğer bu konuda aydınlanma yaşamak isterseniz sizi doğu illerimizde ağırlamaktan ve sizin şeref payenize nail olabilecek! Kürt kadınlarını tanıştırmaktan onlar adına onur duyarım. Çünkü onlar tanınmayı hak eden onurlu kadınlar.

Yazınızı tekrar tekrar okuyarak bir hataya mahal vermemeye gayret ettim.
Öncelikle kadın sorunu ulusal sorundan bağımsız değildir.  Kürt kadınlarının sorunları Türkiye coğrafyasında bulunan diğer Anadolu halklarına mensup kadınlarla benzerdir. Ötekileştirme çabanız yazınızın her tarafına sinmiş durumda buna artı olarak siz ve sizin gibiler  “Kürt kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti kadını “ minvalinde yaklaşımlarıyla zaten ana sorunu özetlemiş oluyorsunuz. Özetlediğiniz sorunu sizin tarzınıza sahip medya mensupları tarafından iğdiş edilmekten tutulacak yanı kalmayan töre cinayeti ve eğitim konularıyla normalleştirmeye çalışmanız  sorunun ortadan kalkmasını sağlamıyor. Aksine sizin bu şekilde taraflı tutumunuz sizi ötekileştiriyor. bir insanın etnik kökeni nasıl olur da modernleşme ve yönetim şekline etki eder . Siz ve sizin gibiler nedense Kürtleri oldukları gibi kabul etmek istemiyorsunuz. Yazınız; Size göre cumhuriyet kadınlığı başka ellerdedir etnik kimliğine mikro faşizme dalmadan saygı isteyen herkes bölücüdür cumhuriyet karşıtıdır algısı yaratıyor.

Herhangi bir insanın, hele bir kadının Kürt ya da Türk diye tanımlanması dilan ya da özmen gibi iki ayrı isimle bahis konusu olması sizin birey kahramanlar aradığınızı açıkça gösteriyor. Siz bir Jeanne d'Arc arıyorsunuz. Bölgede çocuğunu polislerin elinden kurtarmaya çalışan  Jeanne d'Arc’lar çok ama siz eczane sahibi, zengin, kemik gözlüklü, başı açık olanı tercih  etmeniz gayet normal. Çünkü siz ve sizler mütedeyyin ama modernleşmiş Kürt yaratılsın isteğindesiniz. Oyunu BDP’ ye veren Kürtten çok farklı olmasa da dillendirmeyen bir kitle peşindesiniz.

Yonca Tokbaş'a Soruyorum

Maalesef Orta Doğu’ nun en büyük sorunu bu işte. Demokrasi yok yok yok!

Demokrasinin olmadığı ortamda yaşamadınız mı bunu anlamak çok güç. Ha diyeceksiniz sanki bizde çok mu demokrasi var? Var kardeşim var!

Seçme hakkımız var. Seçilme hakkımız var. Bir Anayasamız var. Şikayet edebilecek olduğumuz, dava açabilecek olduğumuz mahkemelerimiz var.

İşte bu haklarınızın olmadığı yerde yaşamaya başladınız mı mesela; anında tırsık, korkak,ürkek, sinmiş bir insan haline geliyorsunuz. “Aman..” diyorsunuz, “sesimi yükseltmeyeyim de dikkat çekmeyeyim...”, sürekli temkinlisiniz. İtaatkarsınız sorgulamadan.

Ben mesela Dubai’de ev satın alanlar için bile hep endişe duydum elimde olmadan. Yaşimdiki Şeyh gider de ardından gelen “Vazgeçtim, bunlar benimdir!” derse? Kime şikayetedeceksiniz? Hakkınızı nerede arayacaksınız ki.

Hak iddia edememek öyle fena bir ruh hali ki! Biz bunları bilmiyoruz, çünkü biz hazıradoğduk!

Lafı uzattım. Kısacası;

Kıymetini bilmemiz gereken bir ülkemiz var.

Sahip çıkmamız gereken haklarımız var.

Korumamız gereken laik bir sistemimiz var.

“Bize bi şeycik olmaz” deyip umursamamakla, bunları kaybedebilme riskimiz de var!

Yonca
“ne olur ne olmaz”

Sayın Yonca Tokbaş;

hürriyet gazetesinde yazar olduğunuzu bugün öğrenmiş olmamın nedenidir bu gecikmiş mail. Ha daha önce öğrenmiş olsaydım bile mail atar mıydım bilmiyorum ama bu yazınız maili gerekli kılmıştır.

Bugün yazdığınız yazının son cümlelerini yanlış okuduğumu varsayarak 2-3 kez okudum. Acaba siz ve ben aynı ülkede mi yaşadık yoksa sizin yaşadığınız Türkiye adında başka bir ülke mi var? 
Seçme hakkımız var. Seçilme hakkımız var. Bir Anayasamız var. Şikayet edebilecek olduğumuz, dava açabilecek olduğumuz mahkemelerimiz var.
Bu konuya hiç girmeyeceğim hele ki yazılı iletişim yoluyla çünkü çoğu zaman anlık iletişimin bu gibi konularda çok daha faydalı olduğunu kanısındayım ama küçük bir parantez açacağım;  tamamen demokratik olmayan bir anayasaya anayasa diyorsanız o zaman demokrasi anlayışımızda ciddi bir farklılık var. 

Laik bir ülkede olduğumuzdan bahsetmişsiniz. Laik kelimesinin; Kökü, grekçe "halktan yana olan" anlamına gelen laikos (ki bu laikos da; laos "halk" sözcüğünden türetilmiştir) olan kavram olduğunu bildiğinizi düşünerek bu ülke ve halktan yana olan kurum kişi ve haklarımızı lütfen söyleyebilir misiniz? Hep bizlerin adına karar veren, doğruyu bizim adımıza düşünen kişileri biz elimizle seçerek getiriyoruz değil mi başa? Kabul edin ya da etmeyin, kimsenin halkı ve halkın ne istediğini düşünmediği bir ülkede yaşıyoruz. Laik olmak devletin dinsel bir yönetimden uzak biçimde yönetilmesini mi anlıyoruz yoksa başka bir şey mi anlıyoruz. Eğer dinsel bağlantı olmadan bir yönetim biçimini algılıyorsak kimse kamusal alan safsatasıyla bir başkasının inanç yükümlülüklerine laf söyleyemez. Ama yok anladığımız şey daha farklıysa o zaman denecek bir şey yok.

İşte bu haklarınızın olmadığı yerde yaşamaya başladınız mı mesela; anında tırsık, korkak,ürkek, sinmiş bir insan haline geliyorsunuz. “Aman..” diyorsunuz, “sesimi yükseltmeyeyim de dikkat çekmeyeyim...”, sürekli temkinlisiniz. İtaatkarsınız sorgulamadan.

Haklarımızın olduğunu iddia ettiğiniz bu ülkede Kürtçe konuştuğu için ve savunmasını bu şekilde yapmaya çalıştığı için yargılanan insanların yaşadığı yerde hangi demokrasiden bahsediyorsunuz inanın merak ediyorum. Korkmadan anadilini konuşmaya çalışanlar, itaatkar olmak yerine sorguladıkları için işkencede öldürülenler, faili meçhullerin hala aydınlatılmadığı, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Musa Anter ve nicelerinin katledildiği bir ülkenin neresinde hangi mahkeme davasını sonuçlandırdı?
12 yaşında bir çocuğun PKK'li diye 13 kurşunla katledildiği, lice'de koyun otlatırken havan mermisi ile katledilen 14 yaşındaki çocuğun otopsi ve olay yeri raporunu farklı biçimlerde yayınlayan, sırf Biji Aşitî yani yaşasın barış dediği için ceza alan Sultan Acıbuca' ların olduğu   bir ülkeyi nasıl olup da bu denli toz pembe gördüğünüzü merak ediyorum.

Size çok şey sıralayabilirim. Yakın tarihi ülkenin son 20 yılını benim gibi siz de çok rahat biçimde bulabilirsiniz. Demokrasi derken, hak, hukuk, mahkeme derken, anayasa derken cidden neyi düşündüğünüzü merak ediyorum.

Umarım beni aydınlatırsınız.

Kürt Düğün Kültürü

kürt düğün kültürü değişimden nasibini alsa da hala eski gelenekleri içinde barındıran geniş bir kültüre sahiptir. Düğün Kürtçede `dawet` anlamına gelir.
`Dawet` Türkçeye `Davet` olarak geçmiştir. Öz Türkçe karşılığı “`çağrı`” davetli de “çağrılı”dır. `Kürtçe`'de çağrılı “ `dawetvani`” dir.
hayatın olmazsa olmazı bir tarafa ,en unutulmaz anları arasındadır. motifsel açıdan sunduğu görsellik,geleneksel açıdan verdiği tat ile izlenmeyi her zaman hak etmiştir
düğünler `taziye` yani yaslar gibi kürt kültüründe çok büyük öneme sahiptir. düğünler cuma akşamüstü başlayıp pazar akşam üstü gelinin evinden alınmasıyla son bulur 2 gece 3 gün boyunca insanlar kurtlarını dökerler.
 başlığımız madem düğün kültürü üzerine o zaman bu kültürü  sıklıkla kullanılan kavramlarla başlayalım;

`Zava`- Damat`

`Bûk`- Gelin`

`Birazave`- sağdıç`

`Berbûrî`- Gelinle giden davetli`

`Qelen`- Başlık parası`

`Destgirtî`- Nişanlı`

`Mér`- Evli erkek(koca`)

`Jin`- Evli kadın(karı`)

`Xwesû`- Kaynana`

`Xwezûr`- Kayınbaba`

Kürt düğünleri gelenek açısından köklü ve zengindirler. Çünkü iki dinin ve birçok uygarlığın etkisini taşır.
`Zerdüştlük` ve `İslamiyet`’tin etkisini yoğun yaşan eski Kürt düğünleri nerdeyse kalmadı.

Zerdüştlükte toprak ve tarım çok kutsaldır. “`darika zavé`” (`damat ağacı`) Zerdüşti bir gelenektir.
Damat ağacı dama dikilen büyük bir ağaç dalıdır. Ağaç meyvelerle süslenir.
Gelin geldiği zaman darika zavé nin altında bekleyen damat genlinin başına bir elma atar.
Gelin ise cömertliğin sembolü olarak şeker, değişik yemişler ve para ile dolu testiyi yere vurarak kırar.
Bu Zerdüşti geleneklerin yanında İslami gelenekler de Kürt düğünlerine eklenmiştir.

BAŞLIK PARASI yani `Qelen`

Çocukları üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan baba kızını verme karşılığında beli bir miktar mal aldı.
Zamanla bu durum gelenek halini aldı.
`Qelen` Kürt aşiretlerinde çok yaygındı. Günümüzde `Qelen` yadırganır duruma gelmiştir ama varlığı sürdürüyor.

`Qelen` kentleşme sürecine giren Batman’da pek yaygın olmasa da özellikle halen aşiret bağlarını koruyan ailelerde yaygındır.

`Qelen` kadar çeyiz istenir ve buna takılar, `piştderi` (gelin götürülürken, gelinin bir yakını tarafında kapıda alınan para) ve diğer düğün masrafları dâhil değildir.
Bu durumda evlenmenin maliyeti 30- 40 bin YTL yi aşıyor.
Belki bu para zengin biri için az bir paradır ama maddi açıdan yoksul olan bir aile için büyük bir külfettir. `mafê şîr` yani süt hakkı denen farklı bir kavram vardır ki bu kavram daha çok bingöl, bitlis taraflarından anne tarafından istenir.

Eskiden Kürt düğünlerinde sadece düğün şarkıları vardı. Düğün şarkılarına “ `stran`, `bacî`, `heyranok`” denilirdi, hangi şarkının nerede söyleneceği belli idi.
Göç ve televizyonun etkisi değişime uğrayan kültür tam anlamıyla gelişimini sağladığını söylemek yanlış olur.
ABİYE İLE yöresel kıyafetler yan yana kullanılır olması bazen komik durumların yaşanmasına neden olmuyor değil. bu kültürün yıkılmadan hala eski şekilde yaşandığı yerler yok değil. hakkari, şırnak, mardin, van, ağrı ve siirt'te hala eski kültürü tam anlamıyla yaşanmaktadır.

kavramların sonrasında aklımızda oluşan kısım kısım incelememize devam edelim;
`Eminê Erbani`, `Bismilli Zeko`, `Hozan Beşir`, `murad-ü fatma` son dönem kürt düğün kültüründe oldukça belirgin yer edimişlerdir. `elektro bağlama`, `bateri` ve `davul`  yani saz takımı ile düğünler stres boşaltma yeridir. davul ve zurna ikilisi kürt düğün kültüründe oldukça sağlam bir yere sahip olmakla birlikte saz takımlarına karşılık fazla direniş gösterdikleri söylenemez. davul ve zurna güneydoğu ve doğu anadolu  bölgesinde "mırtıp, karaçi, çingene" ler tarafından çalınır.

kürt düğün kültüründe havaya silah sıkılması oldukça eski bir gelenektir ve tamamen testesteronla alakalıdır ancak 1994 yılından beri düğünlerde silah sıkılması yasaklanmıştır. 1991 yılından beri sadece koruculuk yapan aileler tarafından düğünlerde silah sıkılmaktadır. kaynakları kıç olan insanların bölge hakkında sadece taraflı olarak aktarılan haberler neticesinde " abi yağğğğğ silah sıkıyor oç" demeleri aslında tamamen bilenlerin kıçıyla gülmelerine neden oluyor. arada böyle kaynakları görmesek inanın gülecek yerlermiz paslanacak. ayrıca havaya sıkılan kurşunların kendi ödediği vergilerle ödendiğinin farkında olmayan ve buna dolaylı olarak destek verenler bir daha şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerekir. silah sıkılan yer normal halay ve kalabalığın bulunduğu bölgeden tamamen farklı bir yerdedir ve genellikle dam yani evlerin üstünde gerçekleştirilirdi. 14 sene boyunca gittiğim düğünlerde bırakın ölüyü bir tek yaralı dahi olmadığına göre pek bir problem yarattığını düşünmüyorum ancak bu kendi adıma ddüşündüğüm bir gerçek. silah kültürü başlı başına irdelenecek bir kültür olduğundan ötürü daha fazla açıklama yapmaya bence gerek yok. okuduğunu anlayanlar mesnetlerini sağlamlaştırdıklarında daha güzel yarınların bizi beklediğini bilmek insana ayrı bir güzellik katıyor.

düğün kültürü ile alakalı olarak bir alıntıya yer vermek sanırım o duyguyu çok az olsun hissettirecektir.

ilk gün(cuma akşamüstü)
evin gençleri gecenin geç saatlerine kadar durmaksızın halaylar çekerler.

ikinci gün(cumartesi)
önceki günün aksine bugün 4 kısımda incelenir; öğlen öncesi, öğleden sonrası, akşam ve gece. en önemli gün yani pazardan önce olmasına rağmen mesaiinin olmaması ve uzak yerlerden gelen misafirlerin bugün düğüne katılması nedeniyle tamamen ağır topların geçişine sahne olur. öğleden sonra gençler kız tarafının evine çeyiz sermesine giderler. `çeyiz sermesi` oldukça keyifli bir ritüeldir ki kendi başlığında fırsat bulduğum bir zaman diliminde aktaracağımdır.

üçüncü gün(pazar)
sabah ve öğleden sonra diye iki bölümde incelenir; öğleden sonra gelin evinden alınıp erkek evine uzun uzun konvoylar ile getirilir.
şimdi sözü aşağıda güzel yazıyı yazana bırakıyorum.

"DİYARBAKIR SOKAK DÜĞÜNLERİ

Kürtlerde düğün olayı, hayatın olmazsa olmazı bir tarafa ,en unutulmaz anları arasındadır. Bir kürt düğünü; motifsel açıdan sunduğu görsellik,geleneksel açıdan verdiği tat ile izlenmeyi her zaman hak etmiştir.

Kürt düğünleri ; kaplıca gibidir,vücüda iyi gelir.
Eminê Erbani gibidir,ruha iyi gelir.
Bismilli Zeko gibidir, kalp atışını hızlandırır..
Hozan Beşir gibidir,bazen anlaşılmazdır.
Küresel ısınmaya katkıdır,bol bol ter döktörür,harareti bastırır,ısıyı artırır,Fahrenheit ve Kelvin'e tavan yaptırır.
21 Gram filmi gibidir ,karma karışıktır.
Tokyo Draft yarışı gibidir,müzik hareketli olduğu oranda vardır
Er meydanıdır,hüneri olanları kucaklar.
Nanê Sêle gibidir, tadı damağında kalır.
Ve Kitaro'nun sahne performansı gibidir,bittikten sonra sadece çalgıcılar akılda kalır.

İşte benimde üzerine kafa yormak istediğim mesele "akılda kalan" taraf , yani; düğünlerdeki çalgıcılardır..

Düğün salonlarındakilerle ile işim olmaz,oradakilerden bahsedip;sevgili Diyarbakırlı dostları teşvik mahiyetinde bir hataya düşmeyeyim diye..

Şiwan Perwer "lo me çikîr" stranında da demişti ya " karê me Kurda xebat,kêf û şer e" .Katılmamak elde mi?
Biz sokağa inip "kêf" kısmına bakıp,düğüncülerin marifetlerine ve kendi çaplarındaki fenomenlerine değinelim.
Bir Diyarbakır sokak düğününde ilgi ile izlemeniz gereken 3 kesim var: Şarkıları söyleyen abêmiz,Varsa temin edilen kameraman ve tabi ki baterist.
Baş aktör şarkıları söyleyenlerdir elbet.Kurdukları mini müzik stüdyoları ile iş yaparlar,her mahallede çokça vardır.İşyeri isimleri genellikle ; serhat,rojda,zilan,sipan müzik-stüdyo vb. adlarda olan alımlı Kürtçe sözcüklerdir.Hal böyle olunca ticari kaygı yok denemez ..Sağlık olsun..

Şarkıları söyleyen abêlerimiz; genellikle mazlum görünümlü,bilinçli ve bir halkın şarkılarını seslendirmekle yükümlü olduğu imajını yüz metre öteden verebilen işin eri kişilerdir.
Bu ilk edilen izlenim,en azından hep öyle izlenim edindim katıldığım sokak düğünlerinde.Bazen şık giyinen ve afili genç kekolarda vardır ki artistlikleri tavan yapmak zorunda o gece..O gece için, sanat halk içindir felsefesinin en acımasız savunucusudurlar ..şarkılarını söylerken hareketleri keskindir,ağırdır.
Düğünde olan genç kızlar,çaktırmadan tek tek göze kestirilir,arada söylenen şarkı ithaf mahiyetindedir,içinden gelmiştir önünden delilo ile geçen o genç kızın esmer tenine.
İşleri zordur her açıdan.En basitinden milleti coşturmak ve gaza getirmek zorunda.Taktik az çok bellidir: Birini ortaya çıkarmak.
Ortaya çıkma zaten cesaret isteyen,bunun yanında hüner isteyen çok zor bir iş.Ben denedim tavsiye etmiyorum şahsen.
Kan basıncı resmen tavan yapıyor ,etrafta herkes size bakıyor.İşi iyi kotaramadınızsa vay halinize; çünkü artık fişlendiniz:
-Ma ewêl, madem bilmisen niye çixisen ortaya..??

Gelde cevap ver…

Devam edelim…Şimdi birini ortaya çıkarmak bazen kolay bazen zordur,düğün kalabalıksa gaza gelme oranı artıyor,en başı çekenin oyun içindeki hareketliliği ortaya yansımak zorunda.Bizimkiler bu işin psikolojisini iyi biliyor.Önce mikrofondan şu ses duyulur:

-Aaalllkııışşş…..Aaallkıııışşşşş….

ve bunu alttan alttan gazı verirken hemen kolundan tutar ortaya çeker. Ve ikinci darbe gelir:

-Haahooo haahooo….herê herê….

Neyse ortaya çıkan bir iki ayak ve kol figürü yapar.Bateristle göz göze gelirse ve ellerini genelde yukarı kaldırır ve işareti verir "daha hızlı..daha hızlı çal" diye…

Baterist zopaları ve ayaklarını hızlıca çalıştırdıkça ortaya çıkan kişide iyice coşar.Ve maalesef en ağır darbe gelir.Buna medusa darbesi de diyebilirsiniz:

-Xweşkee Xalê Mihyeddin xweşke…..

Artık Xalê Mihyeddinin savunma kalkanları düşmüştür,ne biliyorsa o anda sergilemek zorundadır.Gerekirse tango figürleri bile o ana uyarlanıp sergilenmek zorunda.

Biz Xalê Mihyeddin metaforu ile orta yaş ve üstü bir kişi almış olduk.Peki asi bir Diyarbakırlı gencin ortaya çıkışını bilmeyen var mi?
Kaç beygir gücünde çalışır,o figürleri nerden öğrenmiştir,kıvraklık nerden gelir vb. bir sürü soru sorarsınız kendinize.
Evet çok güzel oynarlar,hayret edilecesi derecede ve bunu tek sebebi de balkona çıkan narin bir genç kızın farkında olmadan verdiği sebebiyettir.Ortada oynayan genç kardeşimizin elleri mesaj doludur,kafası sağa sola oynarken adres ve telefon numarası verir haldedir.
Şarkıcı bu kategorideki genç kardeşlerimizi gaza getiremez,tam tersine bizim gençler onları gaza getirir:
-Mehso'dan (Mahsun Kırmızgül) bebeğim benim parçasını çal keko.

Ve ortaya paralar saçılır…

Ortaya çıkarma taktiği düğünler var oldukça bizimle yaşayan bir kültür olacak.Öyle görünüyor.

İkinci en önemli kişi "bateristlerdir" . Bunlar görünmez kahramanlardır ve açıkça söyleyeyim keşfedilmemiş birer şöhret bombasıdır her biri.
Bana kalsa bir dernek kurar ve birleştirdim tüm bateristleri.Andy Warhol'ın dediği gibi "herkes bir gün 15 dakika ünlü olacak" . İşte bu bateristler değil 15 dakika maalesef 10 dakika bile ünlü olamayıp gittiler,gidecekler.
Ne bateristlere rastladım,aklınız hayaliniz durur.Genelikle yaş ortalaması düşüktür. On yaşında düğünü idare eden bateriste var,Bağlar'a dalın görürsünüz.

Takip ettiğim kadarıyla günümüzde bateristler sadece rock/heavy metal gruplarında bir üne kavuşabiliyorlar.
Metallica'nın bateristi, U2 grubunun keza Judias Priest'ın bateristleri çok ünlü..

Hepsini izledim ama bizim Diyarbakırlı bateristlerinin sergiledikleri hüneri göremedim.
Yani hangisi kalkıp tam teşekküllü iki elini,iki ayağını farklı farklı tonlarda oynatırken , tam o sırada nerden ve nasıl yaptığı belli olmayan bir şekilde çay içebilir.
Tam gaz çalarken (Xalê Mihyeddin sahnede) boş olmayan elleri ile nasıl alnındaki terini silebilir bir insan?
Hadi bunu da geçtik, bateristler arasında son moda olan , baterinin canını okurken,kendini kaybetmiş bir halde iken kulakta telefon ile beş dakka bir kontur yapabilmekte neyin nesi oluyor?
Şimdi böyle bir insan evladının "Nothing Else Matters" gibi bir şarkıda neler yapabileceğini tahmin edebiliyormusunz? Ben etmek istemiyorum..korkuyorum..

İçten duyguların ve ritimlerin insanı olan bu baterist kardeşlerimize Belediye bir an önce el atmalı ve onlara bir iş alanı doğurtmalıdır…Şakasız ha..

Son olarak pek olmasada arada var olan kameraman kardeşlerimize değinelim..

Sadece dua edin onlara..ne olur iyi çeksin ve o gün ruh hali iyi olsun kameraman kardeşimizin.
Yoksa çok üzülürsünüz. Bizim kameramalar aslında çok iyi çekim yaparlar.
Robert Rodrigez tarzı çekim teknikleri var ki evlere şenlik.
Bir arkadaşın abesinin düğün kasedinde neredeyse düğüne dair hiç bir şey yoktu..Etrafı çekmiş,binaları alttan üstten almış,bununlada yetinmemiş yerdeki birkaç karıncayı göruntelemiş ve balkondaki insanların yüzüne vermiş kamerayı,kaseti öyle doldurmuş.

Buyur çık işin içinden…

Dikkatle bakın onlara,çok malzeme var.Cnn İnternational'a haber yapar gibi titizlikle işini yapanda var ama çekim esnasında kaçak sigaraya başladığı an bitmiştir özen.

***

Velhasıl kelam Diyarbakır sokak düğünleri artık pek fazla olmasa da, insan kokan samimiyeti ile,kol kola giren insanların verdiği güzellikle ve tadından yenmez oyunları ile sonsuza dek sürmesi dileğiyle…

Selam ile..


Bijweng Ronahî"

1 Şubat 2011 Salı

Anadolu İnsanının Dekorasyon Dergisiyle İmtihanı

Son yıllarda sayısı oldukça fazla artan dekorasyon dergileri geleneksel anadolu yapısını cidde biçimde değiştirecek gibi görünse de etkisi dergilerin kapağının açık olma süresiyle sınırlı. Değişime çok çabuk adapte olmak zordur, hele ki komünden bireye geçemeyen toplumlarda bu süreç çok daha sancılıdır.

Bu dergileri elinize aldığınızda her şeyi çok kolaymış gibi görünebilir ama iş uygulamaya gelince bilinçaltına nakış gibi işlenmiş gelenekselcilik aniden ortay çıkıverir. Evi ya da ofisi beğenileri ölçüsünden dekore etmek çok kolayken bunu gerçekten kendimiz için mi yoksa farklı olmak adına mı yaptığımızın cevabını verbilmek gerekir. Türkiye dışında bambaşka biçimlere sokulabilinen ecük bücük mekanlar Türkiye' de aynı havaya malesef yakalayamıyor. Sürekli kendiyle imtihan halinde olan anadolu insanın kabuğunu kırması için öncelikle, yaşam alanından beklentsine mi, yoksa beklentilere mi  cevap olacağı nı öğrenmek gerekiyor. Dergilerde görünen duvar kağıdından örnekle;  herkes bilir ki o kağıdı öyle bilmeden yapıştırırsan o  kağıt altında ne varsa kusar, o çok beğendiğin brüt beton toz yapar. Spotlarla aydınlatmaya çalıştığın mekanın asma tavanını voltaj düşüklüklerinden ötürü değişecek tesisatla 2 günde bozarsın. Dandik dundik tesisata sahip bina yüzünden parkeler üç güne kalmaz şişer. Dekorasyon yapılan alan kadar üst - alt komşuların ve binanın genel yapısını da göze almak gerekirken Türkiye'de bu sadece alanla sınırlı kalıyor.

Ne diyorduk hah dergiyle olan imtihan; şimdi vaadin icraata dönüşmesi için öncelikle genel yargılardan sıyrılmak gerekiyor. O dergide çok güzel duran canlı bambulardan oluşan separatörün aynı etkiyi senin evinde de yaratması için gerekli şartları yerine getirmen gerekiyor ya da mutfak tavanına sallamasını  istediğin tencerelerle ilgili insanların tepkisini göğsünde yumuşatman gerekiyor. Tuvalette klozetin kapağına muziplik düşünüyorsan o eve üst jenerasyondan kimseyi davet etmemenin de bilincinde olman lazım. Salonun orta yerinde duran sehpanın üzerinde yayılı duran kitaplar dekorasyonun bir parçası gibi görünse de,  insanlar koca kitaplık dururken bu dekorasyonu pek algılayamayacaklarını düşünmen lazım. Standart biçimde oturma gruplarını duvara yaslamayıp ortalarsan insanlar alanı daralttığını düşünecekeler ve etrafta duran aynaların derinlik katmasından öte fantezi amaçlı olduğunu düşünecekleri algısına da alışman lazım. Sıralama bitmez ama dergiyle imtihan çok çabuk dersten kalmayla sonuçlanabilir.

Konu yine birey olabilmeye dayanıyor. Yaşam ve çalışma alanından ne beklediğini bilmek en doğru dekorasyon çözümlerini sağlayacaktır muhakkak ama klasik algı ruhumuza işlemişken bunu değiştirmek için at gözlüklerinden sıyrılmak gerek. Hep  neden bizim de Sanatçılarımızın daha bilinir olmamasından yakınıyoruz. Farklı gözlerle bakabilecekken kendi yağımızda kavrulmayı tercih etmemiz bunun nedeni olmasın sakın?