2 Eylül 2011 Cuma

Safinaz'ın Kabasakal'ı Evcilleştirme Takıntısı



Çizgi filmi izleyenler bu işte bir hata var diyecekler ama adı üstünde çizgi film!!! kadın erkek ilişkilerinde imaj çok kaygan bir şeydir. birinin beğendiğini diğeri beğenmez ancak ve ancak olay fikir zikir ikileminde patinaj çekmekten öteye gitmez. herkese iyi davranan, karıncayı yükünü dert edinip, karıncaya hafriyat kamyonu tahsis eden adamın olayla bağlantısı tamamen fikirde yer almasıdır.


oha olay Safinaz'dan Bülent ERSOY'un  iş makinalarına kadar gelmişse ben baya dağılmışım demektir. neyse.


Çevremde ne kadar ilişki yaşayan kadın varsa hepsinin ana soru bir Kabasakal ile birlikte olmaları. Ne alaka lan, demeyin. Temel Reis ile birlikte olmadıklarının hepsi farkında ama sorun bu farkındalıkları karşısında çaresizce davranıyor olmaları. Evet bana da çok saçma geliyor ancak bu bir gerçek. Yaşadıkları olayları kanıpsayıp yaşamlarına devam ediyorlar. Bu durumdan şikayetçi olup hala bunu yaşıyor olmaları en büyük şaşkınlığım. Eskiden olsa kadınların büyük bir kısmının bunu zorunlu olarak yaşadığını (cehalet, toplum yaşamı,örf/adet), değişimin zaman alacağını ifade eder kendimce hayıflanırdım. Oysa daha fazla yaşanmışlık dinleyip görünce anladım ki büyük bir kısmı bu yaşanmışlıkları sonuna kadar hak ediyor.


ne duydun ne öğrendin hele bir paylaş biz de bilelim, susarak olay anlaşılmıyor yeğen minvalinde konuşmalara gerenk yok. Eğitim malesef ki mallığa çare olamıyor. Yaşadığı tüm negatifliğe, yok sayılmışlığa, ilişkinin temel direklerinden saygı ve mutluluğa ulaşamayan Safinazların bu duruma dur dememesinin tek nedeni evcilleştirme takıntısından başka da bir şey değil.


yazıma şöyle bir Mevlânâ hikayesi ile son vermek istiyorum; 


 Avcı ile Kuş
Avcının yakaladığı küçük kuş birden konuşmaya başladı:


- Ben minicik bir kuşum dedi, etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer serbest bırakırsan işine yarayacak üç öğüt veririm. Dinle, birinci öğüdüm şu: "Olmayacak bir söz duyarsan, asla inanma!"


Avcı şaşırmıştı. İkinci öğüdü isteyince küçük kuş:


- Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünde vereceğim dedi.


Avcı kuşu bıraktı. Bir lahzada dama konan kuş:


- Dinle dedi, "geçip gitmiş şeyler için asla üzülme". Olan olmuş, biten bitmiştir çünkü. Bak, benim karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın...


Avcı daha çok şaşırmış, kuşu serbest bıraktığına pişman olmuştu. Ah vah etmeye, saçını başını yolmaya başladı.
Kuş:


- Ne oldu? diye sordu. Niçin dövünüp duruyorsun? Ben sana olmayacak söze asla inanma dememiş miydim? Sen karnımda inci olduğunu duyunca bu öğüdü hemen unuttun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on dirhemlik inci olur mu hiç? Üstelik ikinci öğüdümü de unutmuşa benziyorsun. Hani elden kaçırdığın şeyler için asla üzülmeyecektin!


Avcı utanmış başını yere eğmişti.


- Üçüncü öğüdünü ver bari diye inledi.


Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı:


- Behey sersem avcı, sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttunmu ki üçüncüsünü istiyorsun?





6 Ağustos 2011 Cumartesi

Babalar Günü

18 senedir yalnız yaşarım bugünü ve çokça önemsemem.

bugünden daha önemli şeylerde babam yoktu misal;birlikte maç izlemedim, paketinden sigara aşıramadım, arabasını çalamadım, harçlık isteyemedim, üniversiteden mezun olduğumda kep fırlattığımı görmedi, askere gittiğimde bavulumu kendim taşıdım, askerden evi aradığımda neler yaşadığımı anlayabilecek bir ses duyamadım, işe girdiğimde ilk maaşımla rakı içiremedim.

evet hayata dair bildiğiniz her şeyi kendi başınıza öğreniyorsunuz. dimdik durmayı, rüzgarlarla sallanmayı ama düşmemeyi öğrendiğiniz gibi kökleri daha derine salmayı becerir hale geliyorsunuz.

mücadele nedir diye bir soru aklınızı meşgul etmiyor çünkü onsuz olmaya başladığınızdan beri mücadele ediyorsunuz.

babalarıyla iyi geçinmeyen, küs olan, sürekli kavga edip arkasından konuşan arkadaşlarınıza kimi zaman sesli kimi zaman sessiz tepki gösteriyorsunuz. gene içinizden düşünüyorsunuz benimde babam olsaydı bende bunları yapar mıydım? çokça sorularla beyniniz meşgulken sıradan sorunları görmezden gelir halde olmanın farkına çok sonra varıyorsunuz.

toplumun yüklediği payelerle çoğu zaman hislerinizi dışa yansıtamıyorsunuz. hele ki sizden küçük kardeşleriniz varsa rolünüz daha bir ağırlaşıyor.

bir tren yolu düşünün, raylar kıvrımlı ve bir noktadan sonra bağlantı köprüsü yıkık. işte baba o yıkık köprünün öte tarafında. siz o  tarafa bir daha geçemeyeceksiniz. `babalar günü`nünden daha güzel günleri onsuz yaşamışsınız ve yaşayacaksınız. yılın bir günü değil, geri kalan ömrünüz, onsuz geçtiği her gün içinizde bir yer yanarken, sadece kendinizin bildiği tuz birikintileriniz oluyor...

Kafama takılanlar

DEVLET POLİTİKASI
öncelikle tanımı yapmak gerekirse; Bir devletin sınırları ötesindeki devletlere uyguladığı ve kendi sınırları içinde kamu işlerinin örgütlenmesine ve yönetime ilişkin uyguladığı siyaset. Devlet politikalarını, devletlerin kurucuları belirler ve bu zamanın gerekliliklerine göre tekrar ele alınır ver düzenlenir.

şimdi konuyu derinlemesine incelersek bu politikanın gerekli şekilde uygulanmadığında olabilecekleri ve olanları görmemiz daha kolay olur.

türkiye de devlet politikası  `Türkiye Cumhuriyeti`’nin kurucuları,  devlet politikası olarak her alanda ‘`tam bağımsız`’ olmayı seçtiler.(hemen parantezi açalım bu tam bağımsızlık düşüncesi aleni devlet politikasıyken hükümetlerin beceriksizlikleriyle avrupa birliğine katılmak adına; geçirilen yasalar Avrupalı devletlerin buyruklarına uymak ve onların verdikleri yönergeler çerçevesinde ülkeyi yönetmek suretiyle, Avrupa’ya uymayı hedeflemektedir. Türkiye, bu yoldan giderek uluslararası toplumun kişilikli ve itibarlı bir üyesi olacağını düşünmek dangalaklık değil de nedir? insani yaşam için yapılan reformlar değildir değimdiğim konu.) ` Atatürk`, 1 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü toplantı yılını açarken, bu politikayı şu sözlerle özetliyordu: “Bugünkü savaşımızın gayesi tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak mali bağımsızlık ile mümkündür”.  evet görüldüğü üzere devlet politikamız bu kadar açık ve net ifade edilmişken devlet politikamız son yılları bırakın 1950 sonrası yıkılmaya ve hükümet politikalarıyla hiç edilerek tozlu raflarda yerini almıştır. ki bu konuya daha sonra tekrar ineceğimizi belirterek  Yine Atatürk' e dönmek isityorum , tarihler 27 Ocak 1923 yılını gösteriyor  İzmir’de annesinin mezarını ziyaret ederken, mezar başında şunları söyler: “Annemin mezarının önünde ve Allah’ın huzurunda ant içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse, canımı feda etmek vicdan ve namus borcum olsun” evet ant içen bir lider ve bu ant içtiği toprağı ve kaynakları globalleşme adına kendi halkına değil de kendi aile ve yandaşlarına peşkeş çeken hükümet liderleriyle yeniden politikanın doğru şekilde uygulanmamasıyla oluşan durumdur.

şimdilik uzak  geçmişi bir kenara bırakırsak devlet politikasından yoksun türkiye'nin hükümet politikalarıyla akp'nin inanılmaz yükselişine nasıl destek olduğunu açıklamal çok zor değil sadece bakmak ve görmek ayırdında olmayla ilişkilidir bu olay. yıllarca her hükümet değişikliğinde sanayi ve ticaretin ve bu dinamiklerin bağlı olduğu ekonominin dalgalanmalarla yaşattığı krizler halkın ekonominin bir şekilde daha az zarar göreceği inancıyla bu yükselişe neden olduğunu görmemek için üç maymunu oynamak yeterli olur. kısa bir örnekle durumu pekiştirirsek;
temmuz seçimlerinden hemen önce akp'nin cumhuriyet mitingleriyle yıkılacağını düşünen partinin önemli adaylarından birinin ofisinde oturuyoruz konu seçimler neyse sohbet bir noktada adayın telefonun çalmasıyla son buldu ve beklediği organizasyonun yapıldığı haberini aldık ve o organizasyona doğru yol aldık. geldiğimiz yerde toplamda 300 kişi var ve adayımız konuşmaya başladı;
arkadaşlar bakın bu seçimde eğer `akp` iktidar olamazsa eğer  bu seçimden sonra bu işimizi öncelikle durduracaklar ve daha sonra incelemeye alacaklar. bu inceleme sonuçlanana kadar ben bir kuruş para alamayacağım dolayısıylada sizde para alamayacaksınız. beni biliyorsunuz, partimi biliyorsunuz, durumumu biliyorsunuz ve bu durum karşısında düştüğüm acizliği biliyorsunuz yedi ceddim bu adamlara karşı ama öte yanda ekmek param ve ekmek paranız. artık şapkamızı önümüze alıp düşünme vaktidir. bu adamlara oy verip tekrar iktidar yapmazsak hepimiz ekmeğimizden olacağız.

ne kadar acı gerçekler ve yaşanmışlıklar diye nırç nırç nırç diyebiliriz ancak burda suçlu bunu söyleyen kişi mi? zerre alakası yok. hükümüet politikalarıyla yönetilen türkiye'de her iktidar değişiminde bir önceki iktidara yakın olduğunu düşündüğü tüm ihaleleri durduran, yapılan işlerin paralarını ödemeyen, incelemeler için uzun yıllara yayan politikaların ürününden başka da bir kimsenin değidlir sorumluluk. sorumlu akp bile değildir hatta burada akp'nin neden böyle yükseldiğini bile sorgulamıyoruz. akp'nin bugüne gelmesinde ki neden olan politikayı sorguluyoruz ve bu şekilde devam ettiği sürece bitiş sürecine giren akp'nin yerine gelecek olan yepis yeni ak partileri konuşuyoruz.

yıllar önce bilenler bilir devletin 5 yıllık kalkınma programları açıklanırdı ve bu programlar hala devlet planlama teşkilatı tarafından hazırlanıyor. işte aslında baz alınması gereken bu programlar sadece tozlu raflarda yerini alıyor. ingilitere veya belçika olmadı amerika buyrun oturun politikalarına bakın; 10 sene sonra nerde? neyin yapılacağı bellidir. başkan veya hükümet değiştiğinde o programda değişmez. işte bizim değişen programlarımızın ürünüdür akp ve inanılmaz yükselişi. biraz refah gören halk hemen taraf değiştirmeye hazırdır. anadolu halkaları kadar tembelliği seven bir araplar vardr sanıyorum. bunun için atatürk'ün güzel sözlerinden biri aklla gelmeden olmaz "türk milleti çalışkandır." zeki adam her şekilde bunu kanıtlıyor. biliyor halkın ne kadar tembel ve gaz yemeye müsait olduğunu ve yıkık duvardan en iyi verimi nasıl alacağım düşüncesini çok güzel bir şekilde planlayıp türkiye'yi bu günlere getirenlere miras bırakıyor.
konu dağıldı farkındayım hemen özet geçersek hükümet politikaları nedeniyle bugünlere gelen akp tamamen devlet politikamızın olmamasındandır. yoksa suçlusu ne halk ne de onlardan oy isteyen akp'dir. suçlusu çanakkale'de omuz omuza savaşan halkların kanzadığı ülkeyi 1950 ve sonrası batıran hükümetler ve bu hükümetleri kazaıyacağım diye uğraşan askeri darbelerdir. en son günümüze geldiğimizde kendisine dokunan yılanla uğraşmaya başlayan akp'dir. malum parti kapatmaları dersek fazla yazmaya gerek kalmaz çünkü bu konuda herkes yazacağını yazdı.
uzun lafın kısası atatürk'ün kurduğu türkiye'nin devlet politikası vardı ancak artık yok varsa bile hükümet politikaları yüzünden tozlu raflarda.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

hamiş: ben.

Özgürlüğünce sevebilmek seni, bırakmak, vazgeçebilmek, severken bağımlı olmamak, ve bir yandan da yanmak tutkuyla, akmak seninle, işte benim sınavım bu, kendimde tam ve bütün olmakla yükümlü olduğum için, eskisinden, eskilerdekinden de çok daha zor, seve seve aldığım dersim, ve her batışımda, dibini göremediğim kuyum, başımı dik tutmak zorundayım. Aşıkken değil, severken gerçekten güçlü olabilmek, özünle görebilmek seni, özünün bana yetmesi, çok daha farklı düzlemlerde içinde eriyebilmek, seni taa uzaklardan tam göğsümde, tam karnımda hissedebilmek. Devinmek seninle, bir olmak, rüyalara dalmak, ve her korkumun kendini kabuslara döktüğü bir rüyalar alemine girip çıkamamak, bir yandan da sürüklenmek gökkuşağının parlak renkleriyle, sarılıp sarmalanmak, inanılmaz tatlı nektarla, altın rengi ışıkla, akmak seninle.
Ve birleştirebilmek, en sıradan, en gündelik, en kaba şeyi, ve bir sürü saçmalığı geçmişin yükünü, tüm bunların ötesinde aşkın olanla, koşulsuz kabulle, ve böyle görebilmek işte, yaşayabilmek seni, yaşayabilmek seninle.

Uzaklarda değil tam da yakınımdasın, yanımdasın, içimde, baktığım, gördüğüm şeyde, tüm karmaşanın huzura ermek istediği yerde, tam da orada, gücün kalbinde.

Bilmem senin, evini yerini sokağını, gelmişini geçmişini, ne de arkadaşlarını, sevgililerini, bilmek de istemem sana bir karış mesafede, göz gözeyken, göz göze bile gelemezken, uzansam öpecekken, ışık yılı mesafede olacaksan bana, ki ben çok korkarım, o en aşılmaz yakın mesafeden, iste, dünyanın öbür ucu eşiğimden farksız, elimi uzattığım yerden, bir metrelik mesafeden evimin bir kapısı neresiyse bana, en bilinmez yerler orasına denktir, ne hesap ne kitap yaparım, zerre korkmam, bir an düşünmem, gelirim. Nasıl ki olmam gereken yerdeyim, yine ve hep olurum.

Sana yazdığımı bilmeden şiirler yazdım, yazdıklarımdan utandım, aşka çok aşıktım bu yüzden de savruldum dibini gördüm, aydınlığa çıkabilmek için, yeniden, doğabilmek için, her şeyden vazgeçtim, idrak edebilmek için ancak o zaman her şey senin. 

Kendimle ilgili bi uyanış

ev erkeği
ankara'dayım
ben kendimde neyi fark ettim biliyor musun kardeşim

ev erkeğinin arkadaşı
neyi

ev erkeği
şimdi çok fazla kapanıp ilişkilerimi msn vb türde sürdürüyorum ya
ikili ilişkilerde de bu iletişimi bekliyorum yani akıcı olmayı hızlı olmayı
ama halbuse olmayınca sıkılıyorum bunu itiraf edebiliyorum evet yalnızca sana

ev erkeğinin arkadaşı
anlıyorum
farkediyorum da

ev erkeği
çok boktan bişi bu
tahammül eşiğimin düşmüş olma nedenlerinden biri de bu
eminim buna

ev erkeğinin arkadaşı
ben de senle ilgili bişi itiraf ediyim

ev erkeği
et

ev erkeğinin arkadaşı
senin empati yeteneğin karşı tarafı bir nebze kuşatıp ele geçiriyor
sen karşı taraf adına da düşünmeye ve sanki o irade gerçekten karşı tarafınmış gibi davranmaya başlıyosun

ev erkeği
oha
ciddi misin

ev erkeğinin arkadaşı
hayal kırıklıklarının bir nedeni de bu olabilir
çünkü yanlış beklentiler içine giriyor olabilirsin

ev erkeği
ya bunun nedeni tamamen benim yani gereğinden fazla empati ve beklenti
evet haklısın

ev erkeğinin arkadaşı
sen iyi bir adamsın
senin hakkında bir tek bunu şüphe duymadan söyleyebilirim

ev erkeği
eyvallah kardeşim iyi geliyorsun bana
çıplağım senin karşında
üstüme hafif bişiler aldım
en büyük salaklığım da kendimi şuna bağlı kılmam bağlıdan kastım açıkcası yine aynı salaklık beklentiler empatiler ya da empati falan da değil ya hani güzel şeyler olsun birlikte olsun kafa olsun o olsun bu olsun
umut dünyası üzerinden hareket etmek hayal etmek
çokça kafada biriktirmek ama bi türlü o kafadakileri reele dökememek
oooo bana bakarsan onu da yapalım bunu da yapalım
şuraya da gidelim
ama mal bunları yapabilmen için nelerin var diye bakmıyorum hayallerimle yola çıkıyorum
ya da ben hayallerimi başkarlınıa ait olduğunu sandığım ama aslında benim olan hayallerimi onlara yükleyerek hareket ediyorum
yine kendimle yola çıkıyorum işin sonunda
aslında yola falan da çıktığım yok
bildiğin kendi kendime hareketle ilerliyorum ama sonrasında o yüklediklerimin kendilerine ait olmadığını ifade eden insanlara benimle haklı olarak yola çıkmadıklarında
kendi hayal kırıklıklarımla başbaşa kalıyorum
aslında kimsenin bana bir şey yaptığı yok
ben ne yapıyorsam kendime yapıyorum

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Özlemek

hayatımın birçok bölümünde öne çıkan tek büyük gerçek. yaşadıklarım, hayatın sundukları farklı bi insan yaptı diye kendi kendime bahane üretiyorum. bu insan olmak istemiyorum artık diyorum bazen. ne şehirli olabildim ne de köylü. araf denen şeyi hep yaşadım hala da yaşıyorum. hatalarımı sıklıkla anıyorum. kırdığım insanları düşünüyorum. kimi zaman  bütün enerjisi çekilir ya insanın işte öyle oluyor bazı bazı. üstüme yapışan şu istemediğim ruh halini kazıyıp atasım geliyor.  hatalarım hala taptazeymiş gibi acıtıyor. geçmişin hesaplaşmasını veriyorum veriyorum ama yine veriyorum.  bir yerden sonra koparıp atmalı ondan ve hayatına devam edebilmeli insan. çoğu zaman kendime nefretle doluyorum. sonra çok canım acıyo bazen. abuk sabuk bir filmde ya da dizide gözlerim buğulanıyor. artık bitsin istiyorum. kimseyi göresim yok. o kimsenin de beni görmek istediğini sanmıyorum. kendimi sevdirmek  ya da bir yerlere konulmak kimi zaman önemliydi hatta çok önemliydi. sonra bakıyorsun bu önem insanların senden ispat gibi bi saçmalığı istemesine neden oluyor. ya da ben kendimi ispat içinde buluyorum. benim hakkında ne hissederlerse  hissetsinler artık umursamıyorum . merak da etmiyorum. kendime bakıyorum ben. fazla kasmamak lazım o yüzden. yaşa git işte. umursama. kendini düşün. kendi mutluluğunu düşün. bencilik güzeldir. kim hakkında ne düşünürse düşünsün. senin sorumluluğun değil bu. sen mi dedin hakkında ne düşünceklerini. kimse seni dinlemedi ki. senin kimseyi dinlemediğin gibi. önemi yok işte. isteyen istediğini düşünsün. 


ha ne diyorduk özlemek. özlüyorum bana ait olmayanları. misal çocukluktan arta kalan arkadaşlarım dostlarım olmadı. doğru bildiğimden hiç taviz vermedim. birilerini korumak ya da tabiri caizse arkadaşını korumak için yalan söyleyen olmadım. hani o sevilmeyen ispiyonculardan biriydim. saçma geliyordu birilerini korumak ki hala da öyle geliyor. sonunu düşünmeden hareket edenleri savunmak ya da savunmalarına yardım etmek bana ters geliyor. hah işte böyle olunca da güvenilmez tipin teki oluyorsun ve geride bir şeyler bırakmamış oluyorsun. o yüzden hiç çocukluktan kalan arkadaşım yok.


sevgililerimi hiç alttan almadım mesela hep baskın olan bendim. baskın olduğumda ezilenleri de bir çırpıda siliverdim çünkü sinik insanlara tahammül edemiyorum. e alttan alttan almayan da bir süre sonra öeeeh deyip çekip gitti ya da bişiler boşluğa bırakıverdik. şimdi böyle bakınca aslında hiç sevmediğimi de fark ettim. işte bu nedenle o olası sevgiliyi de özlediğimi anlıyorum.


özlenen çok şey var da sanırım bunun için artık biraz boşvermişlikle susuyorum.

3 Haziran 2011 Cuma

Travmalı kadınlar


nerde travmalı kadın var buluyor ve bir şekilde onlardan hoşlanıyorum. sonunda da olacak bir ilişkiyi, yaşadıklarından ötürü başlamadan bitiriyorum. evet tahammülsüzüm. başkalarının yediği boku temizlemekle uğraşamıyorum. sürekli kıyaslanılmaktan tiksiniyorum. hayırdır neden bu kadar içlisin e abi bu kadınlar arıza çıkarmada süperler. geçmişleriyle hesaplaşamıyorlar ve bunun neticesinde de şu güzel ortamın içine ediyorlar.


açıklama candır diyerek biraz daha aydınlatayım konuyu ki eğer yanlışım varsa düzeltme imkanı doğar.


*aldatılma; evet kuzum aldatılan tüm insanlar bu durumdan ciddi biçimde etkilenir ve güven sorunu yaşarlar. iyi güzel ama bunu bir kez yaşamanız ya da size yaşatan densizin yediği naneyi niye diğerlerine mal etmeye bayılıyorsunuz?
adam/kadın aldatır ama buna imkan tanıyacak hiçbir şey yapmadınız mı? yani gerçekten o çemberin içinde yaşarken hiç dışına çıkıp bakmayı denediniz mi? aldattığı kişilere bakalım; eski sevgili(sen eski sevgililerle görüşme konusunda abi moderniz algısını aşılarsan boynuzu her daim yersin. eski sevgiliden arkadaş olmaz hala bunu anlayamadıysan bence nefes alman bile zarar), eski eş(hele çocuk varsa kaçınılmaz sonlardan birisidir. hele senin için terk etmişse karısını emin ol çocuk da varsa eğer işin içinde döner karısına/kocasına), evli sevgili( zaten iki ucu boklu değnek. sen mevcutta zaten suçlusun ama bunun ötesinde adam/kadın başka birisiyle daha birlikte olup aldatılıyorsan buna ses çıkartmak gibi bir lüksün yok dostum. yo yo hiç itiraz etme )


*terk edilmek; evet neden terk ediliriz ya da ederiz? heyecan biter, yeni denizlere yelken açarız, yaralarımız kabuk bağlar ve o pembemsi tenimiz yeniden bronzlaşmak ister. birlikte olduğun adam/kadın bir gün çok iyisin ama bitsin der. işin aslına bakarsanız erkek bu bitsini algılayamaz ve yeni bir şans ister ancak unuttuğu bir şey vardı ki kadın ilişki içerisinde birden fazla şans vermiştir. aynı şey erkek için geçerli değildir erkek bitsin dediğinde bunu yeniden başlatabilirsiniz ancak kadın için bu geçerli değildir. ancak bu yargı o kadar genelleniyor ki sanırsınız tüm erkekler böyle.yov dostum yov erkeklerin de bir kısmı ilişki içerisinde puanlama yapar ve gerektiği noktada x bu andan itibaren ocak dışısın der. hah ne diyorduk terk edilmek. yav ilişki demek her şeyi sere serpe yaşadığınız bir şey değildir. illa her şey birlikte yapılacak diye bir kanun kural yok. bur deyince öldürmeyin. özel yaşam alanları ilişkide olmadığı için işte bu terk edilme kaçınılmaz oluyor. ilişkiler başlamadan önce karşıya olduğumuzdan farklı görünme sevdası sonucunda ilişki içinde farklılıklar terk edilmeyi kaçınılmaz kılıyor. hah ne diyorduk kısacası terk edilmenin zeminini hazırlayıp bundan kaynaklı travmalar yaratıp sonraki ilişkilerin ağzına sıçıyorsunuz.


evet iki travma nedeni ki zaten bunlar başlı başına insanı hayattan soğutmaya yetiyor. şimdi bunları yaşayan kadınları ben elimle seçip buluyor. hayır kavun olsalar koklayacam götü seçecem iyisini. ama öyle değil işte. bakıyorsun sıfır sosunlu gibi. hayata dair lafı olan, gülen, güldüren, sohbet edebilen falan fıstık derken 3. gün dan diye eskiler dökülmeye başlıyor. hissedilen şeyler ne kadar güzel olsa da sorgulanıyor ve kıyaslanmaya başlanıyor işte o an ben kaçıyorum. ulan boku yiyen ya da yediren sen, ceremesini çeken ben. ben bununla uğraşmak yerine ilişkiye odaklanmak istediğimi ifade edince de ya hızlı giden ya da anlayışsız oluyorum. yahu el insaf demek ki ben arınmışım sorunlarımdan sen de arın sen de öyle gel. ben arındığım için emek ve çaba vermemekle suçlanmak zorunda mıyım? ben senin yaşadıklarını tamir etmekle mükellef miyim?

5 Şubat 2011 Cumartesi

Zamanında Sevilay Yükselir'e de sormuştum

Pek tabi yanıtsız bir sorumu daha olmuştu
Sayın YÜKSELİR;

07.11.2010 tarihli yazınızla birçok kimseden övgü dolu cümleler duymuşsunuzdur. Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti mensubu kadın eczacıyı sayenizde öğrenmiş olduk ve bu öğrenmeyle yaşadığımız aydınlanma hem bizim hem de Ağrı halkı için büyük bir umut ışığı oldu. Siz eğer kalkıp Türkiye’nin öbür ucuna gitmemiş olsaydınız biz bu bilgilerden mahrum kalacaktık. Ancak sanırım türkiye’in o uçlarına çok az gittiğinizden olsa gerek birçok kadın doktor, eczacı, öğretmen ve diğer meslek gruplarına mensup Kürt kadınlarıyla karşılaşmamışsınızdır. Eğer bu konuda aydınlanma yaşamak isterseniz sizi doğu illerimizde ağırlamaktan ve sizin şeref payenize nail olabilecek! Kürt kadınlarını tanıştırmaktan onlar adına onur duyarım. Çünkü onlar tanınmayı hak eden onurlu kadınlar.

Yazınızı tekrar tekrar okuyarak bir hataya mahal vermemeye gayret ettim.
Öncelikle kadın sorunu ulusal sorundan bağımsız değildir.  Kürt kadınlarının sorunları Türkiye coğrafyasında bulunan diğer Anadolu halklarına mensup kadınlarla benzerdir. Ötekileştirme çabanız yazınızın her tarafına sinmiş durumda buna artı olarak siz ve sizin gibiler  “Kürt kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti kadını “ minvalinde yaklaşımlarıyla zaten ana sorunu özetlemiş oluyorsunuz. Özetlediğiniz sorunu sizin tarzınıza sahip medya mensupları tarafından iğdiş edilmekten tutulacak yanı kalmayan töre cinayeti ve eğitim konularıyla normalleştirmeye çalışmanız  sorunun ortadan kalkmasını sağlamıyor. Aksine sizin bu şekilde taraflı tutumunuz sizi ötekileştiriyor. bir insanın etnik kökeni nasıl olur da modernleşme ve yönetim şekline etki eder . Siz ve sizin gibiler nedense Kürtleri oldukları gibi kabul etmek istemiyorsunuz. Yazınız; Size göre cumhuriyet kadınlığı başka ellerdedir etnik kimliğine mikro faşizme dalmadan saygı isteyen herkes bölücüdür cumhuriyet karşıtıdır algısı yaratıyor.

Herhangi bir insanın, hele bir kadının Kürt ya da Türk diye tanımlanması dilan ya da özmen gibi iki ayrı isimle bahis konusu olması sizin birey kahramanlar aradığınızı açıkça gösteriyor. Siz bir Jeanne d'Arc arıyorsunuz. Bölgede çocuğunu polislerin elinden kurtarmaya çalışan  Jeanne d'Arc’lar çok ama siz eczane sahibi, zengin, kemik gözlüklü, başı açık olanı tercih  etmeniz gayet normal. Çünkü siz ve sizler mütedeyyin ama modernleşmiş Kürt yaratılsın isteğindesiniz. Oyunu BDP’ ye veren Kürtten çok farklı olmasa da dillendirmeyen bir kitle peşindesiniz.

Yonca Tokbaş'a Soruyorum

Maalesef Orta Doğu’ nun en büyük sorunu bu işte. Demokrasi yok yok yok!

Demokrasinin olmadığı ortamda yaşamadınız mı bunu anlamak çok güç. Ha diyeceksiniz sanki bizde çok mu demokrasi var? Var kardeşim var!

Seçme hakkımız var. Seçilme hakkımız var. Bir Anayasamız var. Şikayet edebilecek olduğumuz, dava açabilecek olduğumuz mahkemelerimiz var.

İşte bu haklarınızın olmadığı yerde yaşamaya başladınız mı mesela; anında tırsık, korkak,ürkek, sinmiş bir insan haline geliyorsunuz. “Aman..” diyorsunuz, “sesimi yükseltmeyeyim de dikkat çekmeyeyim...”, sürekli temkinlisiniz. İtaatkarsınız sorgulamadan.

Ben mesela Dubai’de ev satın alanlar için bile hep endişe duydum elimde olmadan. Yaşimdiki Şeyh gider de ardından gelen “Vazgeçtim, bunlar benimdir!” derse? Kime şikayetedeceksiniz? Hakkınızı nerede arayacaksınız ki.

Hak iddia edememek öyle fena bir ruh hali ki! Biz bunları bilmiyoruz, çünkü biz hazıradoğduk!

Lafı uzattım. Kısacası;

Kıymetini bilmemiz gereken bir ülkemiz var.

Sahip çıkmamız gereken haklarımız var.

Korumamız gereken laik bir sistemimiz var.

“Bize bi şeycik olmaz” deyip umursamamakla, bunları kaybedebilme riskimiz de var!

Yonca
“ne olur ne olmaz”

Sayın Yonca Tokbaş;

hürriyet gazetesinde yazar olduğunuzu bugün öğrenmiş olmamın nedenidir bu gecikmiş mail. Ha daha önce öğrenmiş olsaydım bile mail atar mıydım bilmiyorum ama bu yazınız maili gerekli kılmıştır.

Bugün yazdığınız yazının son cümlelerini yanlış okuduğumu varsayarak 2-3 kez okudum. Acaba siz ve ben aynı ülkede mi yaşadık yoksa sizin yaşadığınız Türkiye adında başka bir ülke mi var? 
Seçme hakkımız var. Seçilme hakkımız var. Bir Anayasamız var. Şikayet edebilecek olduğumuz, dava açabilecek olduğumuz mahkemelerimiz var.
Bu konuya hiç girmeyeceğim hele ki yazılı iletişim yoluyla çünkü çoğu zaman anlık iletişimin bu gibi konularda çok daha faydalı olduğunu kanısındayım ama küçük bir parantez açacağım;  tamamen demokratik olmayan bir anayasaya anayasa diyorsanız o zaman demokrasi anlayışımızda ciddi bir farklılık var. 

Laik bir ülkede olduğumuzdan bahsetmişsiniz. Laik kelimesinin; Kökü, grekçe "halktan yana olan" anlamına gelen laikos (ki bu laikos da; laos "halk" sözcüğünden türetilmiştir) olan kavram olduğunu bildiğinizi düşünerek bu ülke ve halktan yana olan kurum kişi ve haklarımızı lütfen söyleyebilir misiniz? Hep bizlerin adına karar veren, doğruyu bizim adımıza düşünen kişileri biz elimizle seçerek getiriyoruz değil mi başa? Kabul edin ya da etmeyin, kimsenin halkı ve halkın ne istediğini düşünmediği bir ülkede yaşıyoruz. Laik olmak devletin dinsel bir yönetimden uzak biçimde yönetilmesini mi anlıyoruz yoksa başka bir şey mi anlıyoruz. Eğer dinsel bağlantı olmadan bir yönetim biçimini algılıyorsak kimse kamusal alan safsatasıyla bir başkasının inanç yükümlülüklerine laf söyleyemez. Ama yok anladığımız şey daha farklıysa o zaman denecek bir şey yok.

İşte bu haklarınızın olmadığı yerde yaşamaya başladınız mı mesela; anında tırsık, korkak,ürkek, sinmiş bir insan haline geliyorsunuz. “Aman..” diyorsunuz, “sesimi yükseltmeyeyim de dikkat çekmeyeyim...”, sürekli temkinlisiniz. İtaatkarsınız sorgulamadan.

Haklarımızın olduğunu iddia ettiğiniz bu ülkede Kürtçe konuştuğu için ve savunmasını bu şekilde yapmaya çalıştığı için yargılanan insanların yaşadığı yerde hangi demokrasiden bahsediyorsunuz inanın merak ediyorum. Korkmadan anadilini konuşmaya çalışanlar, itaatkar olmak yerine sorguladıkları için işkencede öldürülenler, faili meçhullerin hala aydınlatılmadığı, Hrant Dink, Uğur Mumcu, Musa Anter ve nicelerinin katledildiği bir ülkenin neresinde hangi mahkeme davasını sonuçlandırdı?
12 yaşında bir çocuğun PKK'li diye 13 kurşunla katledildiği, lice'de koyun otlatırken havan mermisi ile katledilen 14 yaşındaki çocuğun otopsi ve olay yeri raporunu farklı biçimlerde yayınlayan, sırf Biji Aşitî yani yaşasın barış dediği için ceza alan Sultan Acıbuca' ların olduğu   bir ülkeyi nasıl olup da bu denli toz pembe gördüğünüzü merak ediyorum.

Size çok şey sıralayabilirim. Yakın tarihi ülkenin son 20 yılını benim gibi siz de çok rahat biçimde bulabilirsiniz. Demokrasi derken, hak, hukuk, mahkeme derken, anayasa derken cidden neyi düşündüğünüzü merak ediyorum.

Umarım beni aydınlatırsınız.

Kürt Düğün Kültürü

kürt düğün kültürü değişimden nasibini alsa da hala eski gelenekleri içinde barındıran geniş bir kültüre sahiptir. Düğün Kürtçede `dawet` anlamına gelir.
`Dawet` Türkçeye `Davet` olarak geçmiştir. Öz Türkçe karşılığı “`çağrı`” davetli de “çağrılı”dır. `Kürtçe`'de çağrılı “ `dawetvani`” dir.
hayatın olmazsa olmazı bir tarafa ,en unutulmaz anları arasındadır. motifsel açıdan sunduğu görsellik,geleneksel açıdan verdiği tat ile izlenmeyi her zaman hak etmiştir
düğünler `taziye` yani yaslar gibi kürt kültüründe çok büyük öneme sahiptir. düğünler cuma akşamüstü başlayıp pazar akşam üstü gelinin evinden alınmasıyla son bulur 2 gece 3 gün boyunca insanlar kurtlarını dökerler.
 başlığımız madem düğün kültürü üzerine o zaman bu kültürü  sıklıkla kullanılan kavramlarla başlayalım;

`Zava`- Damat`

`Bûk`- Gelin`

`Birazave`- sağdıç`

`Berbûrî`- Gelinle giden davetli`

`Qelen`- Başlık parası`

`Destgirtî`- Nişanlı`

`Mér`- Evli erkek(koca`)

`Jin`- Evli kadın(karı`)

`Xwesû`- Kaynana`

`Xwezûr`- Kayınbaba`

Kürt düğünleri gelenek açısından köklü ve zengindirler. Çünkü iki dinin ve birçok uygarlığın etkisini taşır.
`Zerdüştlük` ve `İslamiyet`’tin etkisini yoğun yaşan eski Kürt düğünleri nerdeyse kalmadı.

Zerdüştlükte toprak ve tarım çok kutsaldır. “`darika zavé`” (`damat ağacı`) Zerdüşti bir gelenektir.
Damat ağacı dama dikilen büyük bir ağaç dalıdır. Ağaç meyvelerle süslenir.
Gelin geldiği zaman darika zavé nin altında bekleyen damat genlinin başına bir elma atar.
Gelin ise cömertliğin sembolü olarak şeker, değişik yemişler ve para ile dolu testiyi yere vurarak kırar.
Bu Zerdüşti geleneklerin yanında İslami gelenekler de Kürt düğünlerine eklenmiştir.

BAŞLIK PARASI yani `Qelen`

Çocukları üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olan baba kızını verme karşılığında beli bir miktar mal aldı.
Zamanla bu durum gelenek halini aldı.
`Qelen` Kürt aşiretlerinde çok yaygındı. Günümüzde `Qelen` yadırganır duruma gelmiştir ama varlığı sürdürüyor.

`Qelen` kentleşme sürecine giren Batman’da pek yaygın olmasa da özellikle halen aşiret bağlarını koruyan ailelerde yaygındır.

`Qelen` kadar çeyiz istenir ve buna takılar, `piştderi` (gelin götürülürken, gelinin bir yakını tarafında kapıda alınan para) ve diğer düğün masrafları dâhil değildir.
Bu durumda evlenmenin maliyeti 30- 40 bin YTL yi aşıyor.
Belki bu para zengin biri için az bir paradır ama maddi açıdan yoksul olan bir aile için büyük bir külfettir. `mafê şîr` yani süt hakkı denen farklı bir kavram vardır ki bu kavram daha çok bingöl, bitlis taraflarından anne tarafından istenir.

Eskiden Kürt düğünlerinde sadece düğün şarkıları vardı. Düğün şarkılarına “ `stran`, `bacî`, `heyranok`” denilirdi, hangi şarkının nerede söyleneceği belli idi.
Göç ve televizyonun etkisi değişime uğrayan kültür tam anlamıyla gelişimini sağladığını söylemek yanlış olur.
ABİYE İLE yöresel kıyafetler yan yana kullanılır olması bazen komik durumların yaşanmasına neden olmuyor değil. bu kültürün yıkılmadan hala eski şekilde yaşandığı yerler yok değil. hakkari, şırnak, mardin, van, ağrı ve siirt'te hala eski kültürü tam anlamıyla yaşanmaktadır.

kavramların sonrasında aklımızda oluşan kısım kısım incelememize devam edelim;
`Eminê Erbani`, `Bismilli Zeko`, `Hozan Beşir`, `murad-ü fatma` son dönem kürt düğün kültüründe oldukça belirgin yer edimişlerdir. `elektro bağlama`, `bateri` ve `davul`  yani saz takımı ile düğünler stres boşaltma yeridir. davul ve zurna ikilisi kürt düğün kültüründe oldukça sağlam bir yere sahip olmakla birlikte saz takımlarına karşılık fazla direniş gösterdikleri söylenemez. davul ve zurna güneydoğu ve doğu anadolu  bölgesinde "mırtıp, karaçi, çingene" ler tarafından çalınır.

kürt düğün kültüründe havaya silah sıkılması oldukça eski bir gelenektir ve tamamen testesteronla alakalıdır ancak 1994 yılından beri düğünlerde silah sıkılması yasaklanmıştır. 1991 yılından beri sadece koruculuk yapan aileler tarafından düğünlerde silah sıkılmaktadır. kaynakları kıç olan insanların bölge hakkında sadece taraflı olarak aktarılan haberler neticesinde " abi yağğğğğ silah sıkıyor oç" demeleri aslında tamamen bilenlerin kıçıyla gülmelerine neden oluyor. arada böyle kaynakları görmesek inanın gülecek yerlermiz paslanacak. ayrıca havaya sıkılan kurşunların kendi ödediği vergilerle ödendiğinin farkında olmayan ve buna dolaylı olarak destek verenler bir daha şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerekir. silah sıkılan yer normal halay ve kalabalığın bulunduğu bölgeden tamamen farklı bir yerdedir ve genellikle dam yani evlerin üstünde gerçekleştirilirdi. 14 sene boyunca gittiğim düğünlerde bırakın ölüyü bir tek yaralı dahi olmadığına göre pek bir problem yarattığını düşünmüyorum ancak bu kendi adıma ddüşündüğüm bir gerçek. silah kültürü başlı başına irdelenecek bir kültür olduğundan ötürü daha fazla açıklama yapmaya bence gerek yok. okuduğunu anlayanlar mesnetlerini sağlamlaştırdıklarında daha güzel yarınların bizi beklediğini bilmek insana ayrı bir güzellik katıyor.

düğün kültürü ile alakalı olarak bir alıntıya yer vermek sanırım o duyguyu çok az olsun hissettirecektir.

ilk gün(cuma akşamüstü)
evin gençleri gecenin geç saatlerine kadar durmaksızın halaylar çekerler.

ikinci gün(cumartesi)
önceki günün aksine bugün 4 kısımda incelenir; öğlen öncesi, öğleden sonrası, akşam ve gece. en önemli gün yani pazardan önce olmasına rağmen mesaiinin olmaması ve uzak yerlerden gelen misafirlerin bugün düğüne katılması nedeniyle tamamen ağır topların geçişine sahne olur. öğleden sonra gençler kız tarafının evine çeyiz sermesine giderler. `çeyiz sermesi` oldukça keyifli bir ritüeldir ki kendi başlığında fırsat bulduğum bir zaman diliminde aktaracağımdır.

üçüncü gün(pazar)
sabah ve öğleden sonra diye iki bölümde incelenir; öğleden sonra gelin evinden alınıp erkek evine uzun uzun konvoylar ile getirilir.
şimdi sözü aşağıda güzel yazıyı yazana bırakıyorum.

"DİYARBAKIR SOKAK DÜĞÜNLERİ

Kürtlerde düğün olayı, hayatın olmazsa olmazı bir tarafa ,en unutulmaz anları arasındadır. Bir kürt düğünü; motifsel açıdan sunduğu görsellik,geleneksel açıdan verdiği tat ile izlenmeyi her zaman hak etmiştir.

Kürt düğünleri ; kaplıca gibidir,vücüda iyi gelir.
Eminê Erbani gibidir,ruha iyi gelir.
Bismilli Zeko gibidir, kalp atışını hızlandırır..
Hozan Beşir gibidir,bazen anlaşılmazdır.
Küresel ısınmaya katkıdır,bol bol ter döktörür,harareti bastırır,ısıyı artırır,Fahrenheit ve Kelvin'e tavan yaptırır.
21 Gram filmi gibidir ,karma karışıktır.
Tokyo Draft yarışı gibidir,müzik hareketli olduğu oranda vardır
Er meydanıdır,hüneri olanları kucaklar.
Nanê Sêle gibidir, tadı damağında kalır.
Ve Kitaro'nun sahne performansı gibidir,bittikten sonra sadece çalgıcılar akılda kalır.

İşte benimde üzerine kafa yormak istediğim mesele "akılda kalan" taraf , yani; düğünlerdeki çalgıcılardır..

Düğün salonlarındakilerle ile işim olmaz,oradakilerden bahsedip;sevgili Diyarbakırlı dostları teşvik mahiyetinde bir hataya düşmeyeyim diye..

Şiwan Perwer "lo me çikîr" stranında da demişti ya " karê me Kurda xebat,kêf û şer e" .Katılmamak elde mi?
Biz sokağa inip "kêf" kısmına bakıp,düğüncülerin marifetlerine ve kendi çaplarındaki fenomenlerine değinelim.
Bir Diyarbakır sokak düğününde ilgi ile izlemeniz gereken 3 kesim var: Şarkıları söyleyen abêmiz,Varsa temin edilen kameraman ve tabi ki baterist.
Baş aktör şarkıları söyleyenlerdir elbet.Kurdukları mini müzik stüdyoları ile iş yaparlar,her mahallede çokça vardır.İşyeri isimleri genellikle ; serhat,rojda,zilan,sipan müzik-stüdyo vb. adlarda olan alımlı Kürtçe sözcüklerdir.Hal böyle olunca ticari kaygı yok denemez ..Sağlık olsun..

Şarkıları söyleyen abêlerimiz; genellikle mazlum görünümlü,bilinçli ve bir halkın şarkılarını seslendirmekle yükümlü olduğu imajını yüz metre öteden verebilen işin eri kişilerdir.
Bu ilk edilen izlenim,en azından hep öyle izlenim edindim katıldığım sokak düğünlerinde.Bazen şık giyinen ve afili genç kekolarda vardır ki artistlikleri tavan yapmak zorunda o gece..O gece için, sanat halk içindir felsefesinin en acımasız savunucusudurlar ..şarkılarını söylerken hareketleri keskindir,ağırdır.
Düğünde olan genç kızlar,çaktırmadan tek tek göze kestirilir,arada söylenen şarkı ithaf mahiyetindedir,içinden gelmiştir önünden delilo ile geçen o genç kızın esmer tenine.
İşleri zordur her açıdan.En basitinden milleti coşturmak ve gaza getirmek zorunda.Taktik az çok bellidir: Birini ortaya çıkarmak.
Ortaya çıkma zaten cesaret isteyen,bunun yanında hüner isteyen çok zor bir iş.Ben denedim tavsiye etmiyorum şahsen.
Kan basıncı resmen tavan yapıyor ,etrafta herkes size bakıyor.İşi iyi kotaramadınızsa vay halinize; çünkü artık fişlendiniz:
-Ma ewêl, madem bilmisen niye çixisen ortaya..??

Gelde cevap ver…

Devam edelim…Şimdi birini ortaya çıkarmak bazen kolay bazen zordur,düğün kalabalıksa gaza gelme oranı artıyor,en başı çekenin oyun içindeki hareketliliği ortaya yansımak zorunda.Bizimkiler bu işin psikolojisini iyi biliyor.Önce mikrofondan şu ses duyulur:

-Aaalllkııışşş…..Aaallkıııışşşşş….

ve bunu alttan alttan gazı verirken hemen kolundan tutar ortaya çeker. Ve ikinci darbe gelir:

-Haahooo haahooo….herê herê….

Neyse ortaya çıkan bir iki ayak ve kol figürü yapar.Bateristle göz göze gelirse ve ellerini genelde yukarı kaldırır ve işareti verir "daha hızlı..daha hızlı çal" diye…

Baterist zopaları ve ayaklarını hızlıca çalıştırdıkça ortaya çıkan kişide iyice coşar.Ve maalesef en ağır darbe gelir.Buna medusa darbesi de diyebilirsiniz:

-Xweşkee Xalê Mihyeddin xweşke…..

Artık Xalê Mihyeddinin savunma kalkanları düşmüştür,ne biliyorsa o anda sergilemek zorundadır.Gerekirse tango figürleri bile o ana uyarlanıp sergilenmek zorunda.

Biz Xalê Mihyeddin metaforu ile orta yaş ve üstü bir kişi almış olduk.Peki asi bir Diyarbakırlı gencin ortaya çıkışını bilmeyen var mi?
Kaç beygir gücünde çalışır,o figürleri nerden öğrenmiştir,kıvraklık nerden gelir vb. bir sürü soru sorarsınız kendinize.
Evet çok güzel oynarlar,hayret edilecesi derecede ve bunu tek sebebi de balkona çıkan narin bir genç kızın farkında olmadan verdiği sebebiyettir.Ortada oynayan genç kardeşimizin elleri mesaj doludur,kafası sağa sola oynarken adres ve telefon numarası verir haldedir.
Şarkıcı bu kategorideki genç kardeşlerimizi gaza getiremez,tam tersine bizim gençler onları gaza getirir:
-Mehso'dan (Mahsun Kırmızgül) bebeğim benim parçasını çal keko.

Ve ortaya paralar saçılır…

Ortaya çıkarma taktiği düğünler var oldukça bizimle yaşayan bir kültür olacak.Öyle görünüyor.

İkinci en önemli kişi "bateristlerdir" . Bunlar görünmez kahramanlardır ve açıkça söyleyeyim keşfedilmemiş birer şöhret bombasıdır her biri.
Bana kalsa bir dernek kurar ve birleştirdim tüm bateristleri.Andy Warhol'ın dediği gibi "herkes bir gün 15 dakika ünlü olacak" . İşte bu bateristler değil 15 dakika maalesef 10 dakika bile ünlü olamayıp gittiler,gidecekler.
Ne bateristlere rastladım,aklınız hayaliniz durur.Genelikle yaş ortalaması düşüktür. On yaşında düğünü idare eden bateriste var,Bağlar'a dalın görürsünüz.

Takip ettiğim kadarıyla günümüzde bateristler sadece rock/heavy metal gruplarında bir üne kavuşabiliyorlar.
Metallica'nın bateristi, U2 grubunun keza Judias Priest'ın bateristleri çok ünlü..

Hepsini izledim ama bizim Diyarbakırlı bateristlerinin sergiledikleri hüneri göremedim.
Yani hangisi kalkıp tam teşekküllü iki elini,iki ayağını farklı farklı tonlarda oynatırken , tam o sırada nerden ve nasıl yaptığı belli olmayan bir şekilde çay içebilir.
Tam gaz çalarken (Xalê Mihyeddin sahnede) boş olmayan elleri ile nasıl alnındaki terini silebilir bir insan?
Hadi bunu da geçtik, bateristler arasında son moda olan , baterinin canını okurken,kendini kaybetmiş bir halde iken kulakta telefon ile beş dakka bir kontur yapabilmekte neyin nesi oluyor?
Şimdi böyle bir insan evladının "Nothing Else Matters" gibi bir şarkıda neler yapabileceğini tahmin edebiliyormusunz? Ben etmek istemiyorum..korkuyorum..

İçten duyguların ve ritimlerin insanı olan bu baterist kardeşlerimize Belediye bir an önce el atmalı ve onlara bir iş alanı doğurtmalıdır…Şakasız ha..

Son olarak pek olmasada arada var olan kameraman kardeşlerimize değinelim..

Sadece dua edin onlara..ne olur iyi çeksin ve o gün ruh hali iyi olsun kameraman kardeşimizin.
Yoksa çok üzülürsünüz. Bizim kameramalar aslında çok iyi çekim yaparlar.
Robert Rodrigez tarzı çekim teknikleri var ki evlere şenlik.
Bir arkadaşın abesinin düğün kasedinde neredeyse düğüne dair hiç bir şey yoktu..Etrafı çekmiş,binaları alttan üstten almış,bununlada yetinmemiş yerdeki birkaç karıncayı göruntelemiş ve balkondaki insanların yüzüne vermiş kamerayı,kaseti öyle doldurmuş.

Buyur çık işin içinden…

Dikkatle bakın onlara,çok malzeme var.Cnn İnternational'a haber yapar gibi titizlikle işini yapanda var ama çekim esnasında kaçak sigaraya başladığı an bitmiştir özen.

***

Velhasıl kelam Diyarbakır sokak düğünleri artık pek fazla olmasa da, insan kokan samimiyeti ile,kol kola giren insanların verdiği güzellikle ve tadından yenmez oyunları ile sonsuza dek sürmesi dileğiyle…

Selam ile..


Bijweng Ronahî"

1 Şubat 2011 Salı

Anadolu İnsanının Dekorasyon Dergisiyle İmtihanı

Son yıllarda sayısı oldukça fazla artan dekorasyon dergileri geleneksel anadolu yapısını cidde biçimde değiştirecek gibi görünse de etkisi dergilerin kapağının açık olma süresiyle sınırlı. Değişime çok çabuk adapte olmak zordur, hele ki komünden bireye geçemeyen toplumlarda bu süreç çok daha sancılıdır.

Bu dergileri elinize aldığınızda her şeyi çok kolaymış gibi görünebilir ama iş uygulamaya gelince bilinçaltına nakış gibi işlenmiş gelenekselcilik aniden ortay çıkıverir. Evi ya da ofisi beğenileri ölçüsünden dekore etmek çok kolayken bunu gerçekten kendimiz için mi yoksa farklı olmak adına mı yaptığımızın cevabını verbilmek gerekir. Türkiye dışında bambaşka biçimlere sokulabilinen ecük bücük mekanlar Türkiye' de aynı havaya malesef yakalayamıyor. Sürekli kendiyle imtihan halinde olan anadolu insanın kabuğunu kırması için öncelikle, yaşam alanından beklentsine mi, yoksa beklentilere mi  cevap olacağı nı öğrenmek gerekiyor. Dergilerde görünen duvar kağıdından örnekle;  herkes bilir ki o kağıdı öyle bilmeden yapıştırırsan o  kağıt altında ne varsa kusar, o çok beğendiğin brüt beton toz yapar. Spotlarla aydınlatmaya çalıştığın mekanın asma tavanını voltaj düşüklüklerinden ötürü değişecek tesisatla 2 günde bozarsın. Dandik dundik tesisata sahip bina yüzünden parkeler üç güne kalmaz şişer. Dekorasyon yapılan alan kadar üst - alt komşuların ve binanın genel yapısını da göze almak gerekirken Türkiye'de bu sadece alanla sınırlı kalıyor.

Ne diyorduk hah dergiyle olan imtihan; şimdi vaadin icraata dönüşmesi için öncelikle genel yargılardan sıyrılmak gerekiyor. O dergide çok güzel duran canlı bambulardan oluşan separatörün aynı etkiyi senin evinde de yaratması için gerekli şartları yerine getirmen gerekiyor ya da mutfak tavanına sallamasını  istediğin tencerelerle ilgili insanların tepkisini göğsünde yumuşatman gerekiyor. Tuvalette klozetin kapağına muziplik düşünüyorsan o eve üst jenerasyondan kimseyi davet etmemenin de bilincinde olman lazım. Salonun orta yerinde duran sehpanın üzerinde yayılı duran kitaplar dekorasyonun bir parçası gibi görünse de,  insanlar koca kitaplık dururken bu dekorasyonu pek algılayamayacaklarını düşünmen lazım. Standart biçimde oturma gruplarını duvara yaslamayıp ortalarsan insanlar alanı daralttığını düşünecekeler ve etrafta duran aynaların derinlik katmasından öte fantezi amaçlı olduğunu düşünecekleri algısına da alışman lazım. Sıralama bitmez ama dergiyle imtihan çok çabuk dersten kalmayla sonuçlanabilir.

Konu yine birey olabilmeye dayanıyor. Yaşam ve çalışma alanından ne beklediğini bilmek en doğru dekorasyon çözümlerini sağlayacaktır muhakkak ama klasik algı ruhumuza işlemişken bunu değiştirmek için at gözlüklerinden sıyrılmak gerek. Hep  neden bizim de Sanatçılarımızın daha bilinir olmamasından yakınıyoruz. Farklı gözlerle bakabilecekken kendi yağımızda kavrulmayı tercih etmemiz bunun nedeni olmasın sakın?

31 Ocak 2011 Pazartesi

Algıda seçicilik, biraz cesaret, biraz cehalet

Dikkat ediyorum  bazı kadınların çok garip bir şekilde yaşadığı ilişkileri daha doğrusu kendisine aşık olanlara yaşattıklarını övme biçimi var. Bunun adı özgüven midir, yoksa  cehalet midir, varın adını siz koyun.

Böyle bir girişe neden gerek duyduğumu şimdi anlayacaksınız. Bakıyorsun söylemlerine; Bana şöyle aşıktı, böyle taklalar atarak beni etkilemeye çalıştı, yok şöyle tutkuluydu, beni hediyelere boğardı. Olaya bakarsan her şeyi yaşayan kadın, her şekilde ilgi üzerinde, peki sonuç? Ya aldatıldı, ya terk edildi. Hayır, yaşadığın şeyleri abartarak anlatıyor olman ve bunun üzerine hala aynı biçimde davranıyor olman sana şu soruyu sordurmuyor mu? Bu işte bir yanlış var.
Evet bu işte bir yanlış var ama yanlış olan senin duruşun ve olayları algılama biçimin. Unutma bunca yaşayışa rağmen cehaletini yenemeyen sensin.
Ne yaşadın? Onlar ne yaşadı? Elde ne var? Cevaplarını verebiliyorsan ve o verdiğin cevaplar seni ve çevreni tatmin ediyorsa sorun yok. Ama tatmin etmeyen cevaplar çoğunlukta ve siz bunun farkında değilsiniz. Şapka orda isterseniz bir önünüze alın.

Keyifli bir 20 dakika için yerinizi alın, "Outsourced" başlıyor.

Global dünyanın etkilerini anlatan komik bir dizi. Kimi zaman gülüyorsunuz, kimi zaman düzeni eleştiriyorsunuz, kimi zaman törelere yuh diye tepki veriyorsunuz.


Dizinin konusu kısaca şöyle;  Amerika'da calıştığı firma, kendisini eğitim için başka yere gönderiyor ve döndüğünde şirketin işini Hindistan'daki bir çagrı merkezine outsource ettiğini öğreniyor. Ya işini bırakacak ya da  hindistan'a gidip call center gidip işin başına geçecek. Todd yılmayarak Hindistan'a gidiyor ve olaylar gelişiyor.

Ben Rappaport nam-ı diyar Todd Dempsy, Dizinin nötr elemanı ama birleştirici konumda. Komik, sevimli, heyecanlı, ailenin iş başaramaz çocuğu ve kendini arayan bireyi. Kansas City' den Hindistan'a giden ana karakter.

Pippa Black nam-ı diyar Tonya, Koala Airlines call center'ın  Avustralya'lı afet müdürü. Todd'un birlikte olduğu kadın aynı zamanda.

Diedrich Bader nam-ı diyar Charlie Davies,  All-American Hunter isimli şirketin yani  başka bir  Amerikalı call centerın müdürü. Amerikan komed dizi ve filmlerinde sıklıkla rastladığımız kaslı, iri yapılı silah sever ve şiddet yanlısı, her şeyi yapabileceğini iddia eden karakterlerden birisi. Tonya'ya aşık.

Rizwan Manji nam-ı diyar Rajiv Gidwani, Todd'un müdür yardımcısı ve dizinin en köylü kurnazı karakteri. Sürekli Todd'u işten kovdurarak onun yerine geçmeye çalışan planlar yapıyor. Bu adam için  Burhan Altıntop'un dizide yer alan ikizi desek yanılmış olmayız. 

Anisha Nagarajan nam-ı diyar  Madhuri, ,Dizinin utangaç, sessiz ve en kısık sesli konuşan ve çok tatlı gözlere sahip karakteri. Evet bir call center da ne konuştuğunu nerdeyse anlayamadığımız bir karakter. Bu işte çalışarak tüm ailesini geçindirdiğini sıklıkla dile getiriyor.

Sacha Dhawan nam-ı diyar Manmeet, Amerikan rüyasını iliklerine kadar yaşayan Todd'un kankası olan yakışıklı veler. Tek hayali ne diye sorusuna; kamyon şoförü olup her eyalette bir sevgilim olsun istiyorum yanıtı veriyor. Aynı zamanda dizinin abazan karakteri.

Parvesh Cheena nam-ı diyar Gupta, Dizinin en çenesi düşük karakteri. İnsanlar onun hikayelerini dinlememek için mümkün olduğunca kendisinden kaçıyorlar. 

Rebecca Hazlewood nam-ı diyar Asha, Todd'un aşık olduğu ancak kültürel olaylardan ötürü askıya almak zorunda kaldığı sevdicek. 

Karakterler böyle. Her bölüm farklı olaylar gelişiyor ve genelde arkası haftaya diye bir uzun konu üzerinde durulmuyor. Her hafta 20 dakikalık bir tebessüm için ekran başına geçmesi benden tavsiye olunur.



30 Ocak 2011 Pazar

AGH mealen Avrupa Gönüllü Hizmeti ya da gavurcası EVS (European Voluntary Service)


AGH Belediyeler, Sivil toplum kuruluşları, Yerel topluluklar, Üniversitler için yardımseverlik çalışmalarında bulunan bir organizasyonlarda yer almayı sağlayan bir programdır. Gönüllü olarak çalışanlara yiyecek, barınma, dil eğitimi, yerel ulaşım, sigorta, bireysel bakım, az miktarda cep harçlığı sağlayan ayrıca avrupa birliğine dahil ülkelerden gönüllünün seçtiği herhangi birinde ve projede yer alma imkanı sağlar. projeler, kısa dönem ( 3-24 hafta ) ya da uzun dönem( 6-12 ay ) olmaktadır. Bu organizasyonda 18-30 yaş arasındaki bütün gençler başvuruda bulunabilir. Projelere başvurmak için yaş aralağında olmanız ve belirtilen projeye katkı sağlayabileceğinizi iyi biçimde ifade etmeniz yeterli olmaktadır. Ülke ve proje seçimi  iki link bulunmakta:
http://ec.europa.eu/youth/program/sos/hei/hei_en.cfm
http://www.4evs.net/...ch.php/search_evs_projects.htm

Şimdi yukarıda işin resmi prosedürünü dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Normal şartlarda bu resmi yolların ilerlemesi için öncelikle AGH'ye katılmak isteyen kişi kendi gönderici kuruluşunda aktif gönüllü olması gerekiyor. Yani işin özü avrupa da bu işler gönüllü olarak hali hazırda çalışanları diğer ülkelerde de hem kültürel etkileşimde bulunsunlar hem de kişisel gelişimlerine katkı sağlansın diye programa dahil ediyorlar. Ülkemizde bu işler genelde ;" abi beleşe avrupa, karı kız bol, awww fransa" mantalitesiyle işliyor ve genelde elde patlıyor. Normalde aktif gönüllü olması gerekiyor demiştik ya işte aktif gönüllü bir proje bulur bu projeyi koordinatörüne sunar ve ev sahibi kuruluşla temasa geçilir sonrasında seçim için o gönüllünün özelliklerinden bahsedilir vs vs. Ülkemizde ise durum şu şekilde oluyor; AGH yapacak kişi projesini seçiyor sonrasında ev sahibi kuruluşla iletişime geçip kendini kabul ettiriyor sonra da gönderici kuruluş arıyor. Bazen ev sahibi kuruluşlar resmiyete bindirip; "bize sen değil gönderici kuruluşun başvursun" diye laf söyleyebiliyor.
o şöyle diyor bu böyle diyoru kenara bırakıp size altın değerinde ipuçları vereyim;
1. Sizi diğerlerinden ayıran ve o projede yer almanızın artıları anlatacak iyi bir motivasyon mektubu yazın ama dikkat edin 1 sayfayı geçmesin.
2. Sağlam bir gönderici kuruluş ayarlayın ki sonradan sorun yaşamayın. 
3. Gerçekten size katkı sağlayacak sizin de katkı sağlayabileceğiniz bir proje bulun. Bulduğunuz proje ile ilgili soru sormaktan çekinmeyin, çok nazik biçimde cevaplar alacaksınız emin olun.
4. Ev sahibi kuruluşun sağlam olmasına dikkat edin. Orada gönüllü olarak çalışın sonra siz projedeyken sorun çıktığında daha hızlı halledilmesini sağlamış olursunuz.

Kendimden yola çıkarak şunu diyebilirim 6 farklı projeden kabul aldım. Neyi istediğinize karar verin ve adımlayın.

Ev yapımı yoğurt

Ailecek 20 yılı aşkın süredir metropolde yaşıyor olmamıza rağmen hala köylü tarafımızı içimizde yaşatıyoruz. Kimileri buna doğal yeni adıyla organik beslenme diyorsa da ben köylü damarı demeye devam ediyorum. Evet aslına bakarsanız ne köylüyüm ne de şehirli arada sıkışan binlercesinden biriyim. Bir diğer açıdan bakacak olursak yapı olarak gelenekselci, düşünce olarak modern.

Bekaretin saçmalığından dem vurum öte yandan eski sevgiliyle arkadaş kalınamayacağını ya da sevgilinin eski sevgilisiyle görüşmesinin abuk olduğunu iddia edebiliyorum. Oha ne alaka bekaret ve eski sevgili demeyin. Bekaret gelenekselcilerin en büyük kalesi, eski sevgiliyle arkadaş kalmak da modernizmin günümüz surlarından farkı yok. hiç saçma saçma konuşuyor bu demeyin çünkü bunu ben demiyorum günümüzde birçok kadın ve erkek bu minvalde konuşuyor.

Aracı olmanın hem avantajları hem de dezavantajları var. Ama ne Musa'ya ne de İsa'ya yaranamadığınız gerçeğini de unutmamak lazım. Kendi iç çelişkileriniz, yaşadığınız ikili toplumun baskıları, arkadaşlar, sevgililer vs vs vs. İşin açıkçası ben hala işin içinden çıkabilmiş değilim.

Yoğurt hayatımın vazgeçilmezlerinden birisi. Peynir ile aram çocukluk döneminde yaşadığım tiksinti sonucu hep mesafeli oldu ama yoğurt hep baş tacıydı. Her yoğurdu yiyememiş olmamada da yine seçiciliğimden kaynaklı olmuştur. Hazır yoğurtlar hep bir kireç tabakası bıraktığından ötürü aram hiç iyi olmadı kendileriyle. Ya çiftlikte hazırlanan bidon bidon süzme yoğurtlardan yedim ya da annemin evde yaptığı ev yoğurtlarından.
Yoğurt demişken kaymağı es geçmek büyük terbiyesizliktir. Kaymak kahvaltı sofralarının bana göre açık ara birincisidir. Hiç bir şey olmasın bana kaymak yeter ama bu ayrı bir yazımın konusu diyip asıl konuya döneyim.

Ev yoğurdu yapmak aslına bakarsanız çok kolay. Mahallenize bir şekilde uğrayan sütçüden 3-5 litre süt alıp bu sütü fokurdatana kadar kaynatıp, sonrasında ölçüsüne göre içine; 1-2 kaşık yoğurt ekleyip, 1 günlük soğutmaya bırakmanızla süper bi tadı elde edebilirsiniz. Fotoğraflarını çektim ama bilgisayar ve hafıza kartın uyumsuzluğuyla tüm hepsi gitti. Haftaya yeniden yapacak olmamdan ötürü fotoğrafları haftaya eklemem sorun çıkartmayacak diye düşünüyorum.

Jasmine

 ilişkiler sahife 1

aslına bakarsanız böyle bir şeyi yazmayı pek düşünmüyordum ama yazacak bir şey bulamayınca en çok prim yapan yerden gireyim dedim.
sıkıştığım an başvuracağım ilk konu bu olacak bilesiniz. . tanışma kısımlarım ilginç olur, devamı hayretler içinde bırakır, bitişlerim ise hadi canım, dercesine süpriz etkisi yaratır.

fransızca'ya ezelden evvelden ilgim vardı ve bu ilgim bir sonbahar günü fransız kültür merkezine kayıt yaptırıp fiiliyata yelken açtım. daha ilk gün jasmine' in etkisi altında girdim ancak kendisi hoca olduğundan mütevellit bu ilgimi kendime saklamayı uygun gördüm. günler geçiyor ben fransızcamı ilerletiyorum falan derken jasmine kursa uğramaz oldu. merak ediyorum falan derken babasının öldüğünü öğrendim. ben bir şeyleri açıklamaya meyl etmişken böyle bir olayla karşılaşmış olmak hem üzücü hem de can sıkıcı. nasıl yaparım, ne ederim derken imdadıma facebook yetişti. zaten facebook çıktı çıkalı ulaşılmaz herkes ulaşılır oldu. nerden başlasam ,nasıl anlatsam diye kendi içimde düşünürken bildiğim konudan girip uzunca bir mesaj yazdım. içim içimi yiyor. cevap yazacak mı diye heyecanla bekliyorum ama beklentilerim malesef bir sonuç bulmadı. kurs haftanın 2 günü salı perşembe. ben mesajı cuma günü yazdım, salı günü nasıl gelecek, ben neyle karşılacağım, cevap gelecek mi diye haftasonunu salı gününe bağlayabildim. derse tam girecez sınıfın
kapısından kafasını uzattı ve beni dışarı çağırdı. içli bi hasiktirrrrr dedim ve kalbimin hızına yetişemeyen adımlarla yanına gittim.

-öncelikle merhaba. mesajını aldım ve bunun için teşekkür ederim. şu dönem olayların nasıl geliştiğini algılayamayacak kadar şaşkınım. ayrıca türkiye'de bu işler nasıl olur hiç bilmiyorum.(türkiye'de doğup büyümemiş meğersem)neyse kendine iyi bak.
+önemli değil sen de kendine iyi bak.(evet mal mal kalakaldım.)

ben deli gibi kıvrandım ama sonuçta öylece kalakaldım. gece öyle dolanırken facebook'tan mesaj yolladı ve beni yarın akşam kahve içmeye davet etti. dumurdan dumura atlıyorum. neyse buluştuk kahve içtik ve bu buluşmayı sonraki buluşmalar izledi en son el ele dolaşıyorduk. derken yılbaşı için yurt dışına ailesinin yanına gitti. bu süre içinde her gün mailleştik falan.

türkiye'ye döndüğünden bu yana komik bir birliktelik yaşıyorduk. gün içinde keyifle zaman geçiriyor, akşam kahve falan içiyoruz en son ben onu eve bırakıyorum derken gece tartışmaya başlıyoruz ve ayrılır gibi oluyoruz. ertesi gün yine yeniden canım cicim modundayız. 2-3 ay böyle devam etti en son bir gece yaşanılan tartışmada türkiye'de yaşayan erkekleri anlayamadığını bu nedenle bu ilişkinin bitmesi gerektiğini ifade etti. Bu ilişki ve diğer ilişkilerimin tümünde nasıl davrandığım anlatmayı borç bilirim;

şimdi insanlar kendilerini taşıdıktan sonra hayatlarına direkt müdahale etmek tamamen kendi isteğimiz doğrultusunda kişiyi şekillendirmiş oluruz. oysa ilişki başlamadan önce beğenilen kişi kendi ayakları üstünde duran ve bu duruşu sergilediği için ilgimizi çekendir. değişimler elbette olacaktır ancak direkt müdahaleler ileriki dönemlerde büyük sıkıntılara yol açacak akabinde ve detayında ayrılığı getirecektir. misal işi nedeniyle toplantılara katılan bir kadının her zaman yanında eşi veya sevgilisi yer almaz ki almamalıda. insanların davranışları değişkenlik gösterir, iş ve özel yaşantı kavramını ayıramamktan kaynaklı ortaya çıkan sorunlar kişilerin damga yemesine neden olmayı beraberinde getirdiğinden ve kadınların büyük çoğunluğunun birlikte olduğu erkekten himaye bekler ancak bu himaye belli bir daireyi geçtiği zaman kıskançlık daire geniş tutulduğunda ise genişlik olarak adlandırılır. ben şahsen 30 yaşını geçmiş kadına gece 3 ten sonra dışarı neden çıkıyorsun, kiminle çıkıyorsun, nerede olacaksınız diye sormam. bilsem bile çıktığını zırt pırt aramam. ha kendini bilen insan bir eğlence mekanına gidiyorsa o saatte birçok şeyi göze almıştır. ben mi ona bu saatten sonra gece hayatını anlatacağım. ha çıktı sorun yaşadı, üstüne gelip birde bunu bana anlatırsa hiç umrumda olmaz. hatta yolun açık olsun bile derim. kadınları bu yönden anlamak zordur. sıkı tutarsın kıskançsın boğuyorsun derler, gevşetirsin gavat.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Bloğun ilham kaynağı; "How Not to Live Your Life"

Son 3 yıldır uzun reklam aralarından ötürü doğru düzgün televizyon izlediğim söylenemez. Dizi, film ya da diğer izlenesi programları ya indiriyorum ya da sitelerden izliyorum. "How Not to Live Your Life" kendimce yeni keşfettiğim ama birçok insanın keyifle izlediğim dizilerden biri.

Dan Clark diye bir abi hem yazmış hem de oynuyor.

Ana karakterin ismi Don Danbury yirmili yaşlarını bitirmeye ramak kalan bir genç. Büyükannesi ölünce kendisine büyük bir ev kalıyor ancak evin kredi borcu var. Aklı fikri sexte ve lakabı dickhead.  Dizi içerisinde her bölüm muhakkak  "don'un x durumunda yapmaması gereken y şey" sayılırken insanın kahkahkalarına engel olması çok zor ve kendinizi hasiktir derken bulabilirsiniz.

Abby Jones; don'un aşık olduğu aynı zamanda kiracısı olan afet.

Edward "Eddie" Singh; Don'un büyükannesinin yardımcısı. Büyükanne ölünce evde yaşamaya devam ediyor.

Mrs. "Dot" Treacher aka Mrs. T , Gollum or Dobby ; Don'un komşusu gollum, jedi kılıklı teyze.

Samantha Parker; Don'un ev kiracısı sarışın afet.

Brian; Samantha'nın sevgilisi. Üniversite'de psikoloji hocası.

Jason; Don'un patronu. Her bölüm bir şekilde Don'u işten kovmaya çalışıyor ama 3. sezon 5. bölümde bunu neden beceremediğini açıkça anlatıyor.





bozulmasına ramak kalan ıspanak



Gecenin bi yarısı dolapta  bozulmaya ramak kalan
ıspanakları yapasım tuttu. ıspanakları normalde yıkamadan önce saplarını kesip atardım ancak bi gün teyzemin ıspanakların kökünden çorbasını yaptığını görünce denemeye karar verdim.

Ispanağın en meşakkatli tarafı yıkanması. Biraz ılık su ile eliniz donmadan yıkayabilirsiniz. hatta bu yıkama mevzusu ile bir şey paylaşayım; bi arkadaşım arçelik servisinde çalışıyor ve birden fazla müşterinin bulaşık makinesinde tıkanıklık yaşadığını bunun da nedeninin ıspanak yıkamasından kaynaklı tıkanıklıklar olduğunu 
paylaşmıştı. Evet evde olunca yeni yeni yollar buluyoruz. ama tavsiye etmiyorum yapmayın canım böyle şeyler. Ispanakları yıkadıktan sonra ayrı bir kapta sirkeli suda bir süre bekletmek iyi olur.


Öncelikle çorbanın yapımını anlatayım;
kökleri ince kıydıktan sonra, kıyılmış soğanları 2 yemek kaşığı zeytinyağında kavuruyoruz. Kavrulan soğanların üzerine kıymamızı boca edip bir süre daha kavuruyoruz. En son 1 tatlı kaşığı biber, bir yemek kaşığı domates salçasını da bu harca ekliyoruz. 5 dakika sonra ıspanaklarımızı bu harca katıp harcı kapatana ya da dilenilen ölçüde kaynar su ekleyip 20 dakika pişmesi için kısık ateşe bırakıyoruz. Eğer ki ekşi olmasını istiyorsak o zaman yarım çay bardak sımağı sıcak su ile ıslatıp süzdükten sonra suyunu ekleyebilirsiniz ya da 1 tatlı kaşığı nar ekşisi ile bu ekşiliği elde edebilirsiniz.

Yumurtalı ıspanak çok daha basit. tencereye 3 yemek kaşığı zeytinyağı ekleyip dilenirse soğan atılır (ben atmıyorum genelde ) sonrasında ıspanakları boca edip kapağını kapatıyoruz. Yaklaşık 10-15 dakika sonra iyice ezilen ıspanakların üstüne arzu edilen miktarda yumurta kırıp yumurtaların arzu edilen kıvamına göre pişmeye bırakıyoruz. Bu işlerin hepsi yıkama dahil 35 dakikayı bulmuyor ya da ben artık çok pratik biçimde yapıyorum. Bloğun adını boşuna ev erkeği koymadık.
sirkeli  sudan alıp duruladıktan sonra sapların ayrı bir kıyıpta biriktirip diğerlerini orta büyüklükte kıyıyoruz. çok küçük kıymayın zaten el kadar canı var.

büyük bir soğanı ince ince kıyıp kenarda hazır tutmak sonrası için büyük kolaylık.


ev salçası olmazsa olmaz. her yerden alınmıyor bu meret. ben genelde hatay' dan getirtiyorum.(çok aptal bi açıklama oldu.)

kıyma ve soğanı birlikte kavurmalı.
yumurtalı ıspanak
ekşili, kıymalı ıspanak